Değişim, metamorfoz hiç bitmiyor. Bir kabuktan çıkıyorum, altından bir başkası çıkıyor. Belki metamorfoz benzetmesi doğru değil. Deri değiştirmeye daha çok benziyor sanki. Görevini yapıp işini tamamlayan, artık gerekli olmayan deriden sıyrılıyorum. Sancılı oluyor o alıştığım, senelerce beni korumuş kollamış deriden ayrılmak. İçinden sıyrılıverip çıkamıyorsun kolayca, çıkmak da istemiyorsun ki zaten.
Yerlerde sürünmek, taşlara sürtünmek, yara bere içinde kalmak gerekiyor kurtulmak için üstüne sımsıkı yapışmış eski deriden. Kıvranıp duruyorsun o eski, sertleşmiş, artık işine yaramayandan kurtulana kadar. Yeni tazecik derini de zedeliyorsun bu esnada. Daha tam palazlanıp kalınlaşmadan dünyaya çıkarıyorsun onu, taşlarla bereliyorsun. Kafandan başlayıp kuyruğun ucundan çıkıp gidene dek sancılı, sıkıntılı bir iş bu deri değiştirme. Ama bir kez altta yeni bir katman oluştu mu, eskisiyle yaşamak mümkün değil. Sonra yeni, hassas, incecik deriyi sevme, geliştirme, besleme zamanı. Ve bir süre, kısa, çok kısa bir süre huzur, sessizlik zira tüm bunlar olurken altta yeni deri oluşmaya başladı bile. Sonra yine sil baştan, eski yeni gidiyor, yerini sancılarla yeni yeniye bırakıyor. Tıpkı Björk’ün şarkısı gibi;