tarafsiz bolge

Hayatimi tek bir yerde gecirecek insan degilmisin, biraz gec ogrendim. Eskiden icimde kaynayan bazi konularin, sebepsiz huzursuzlanmalarin kendimi bir yere cakilmis hissettigimden kaynaklandigini sonradan farkettim. Ruhumun ozgur oldugunu bilmeye, kendine guvenilmesine ihtiyaci varmis meger. Oysa mekan degistirmenin birseylerden kacmak amacli oldugunda ne bos oldugunu dusunmusumdur hep. Kendinden nereye kacabilirsin ki? Ama kacmak degilmis meger basini alip gitmek, basindan sonuna butun surecmis asil ogretmen.

Bazi kararlari vermek ne kadar zorsa, bazilari da o kadar kolay cikiyor insanin bunyesinden. Kararin buyuklugu, aldigin riski onemi yok. En onemli unsur gonlunden geceni dinliyor yada dinlemiyor olman. Isin icine butun ruhunu, sevgini koyuyorsan oyle cabuk veriliyor ki kocaman kararlar. Ama zor olan karari verdikten sonra beklemek. Ulasmak istedigin o yere gidene kadar atilmasi gereken adimlari tek tek atmak. Zaman gecmek bilmiyor, bir an once gitmek istiyorsun ama gidemiyorsun.

Herseyin bir zamani vardir elbet deyip sabretmekten baska yapacak sey yok. Gonul ordayken, zihni burda tutmak zor ama ote taraftan da yeni birseylerin arefesinde yasanan heyecan oyle guzel ki, bol bol tadini cikarmak lazim. Bu bekleme sureci tarafsiz bolge gibi birsey. Bir sure sonra parcasi olmayacagin bir duzenin icinde bulununca olan biteni yukardan bir yerden izliyormussun gibi oluyor. Karmasanin ruzgari sana ulassa da suruklemiyor, sarsmiyor artik. Bazi iliskileri, duzenin isleyisini de daha net goruyorsun cunku tarafli bakman gerekmiyor yasananlara, olanlara. Herseyi oldugu gibi gorup, hissettiklerini ve dusunduklerini dolandirmadan dile getirebiliyorsun. Daha once anlamadigin insanlari, olaylari anlayabilir oluyorsun, cunku gozundeki gonullu perde kalkmis oluyor. Sadece bakiyorsun ve goruyorsun, duyuyorsun ve dinliyorsun, yargilamadan, tarafsiz.

cumhurbaskanligina adayim

Gectigimiz haftalar Turkiye’deydim ya, memleketin icler acisi hali icime islemis. Cumhurbaskanligi secimi gonul yaramin en tepesine taht kurmus. Oncelikle oy kullanamayacak olmamiz feci halde sinirimi bozuyor. Endonezya’daki Turk sayisi 500’den az oldugu icin secim sandigi acilmayacakmis. Ne hos degil mi? Umarim gercekten yasalarin gerekliligi boyledir ve Endonezya’daki 6 tane Turk okulunun ve buradaki Turklerin cogunun bu okullarin ogretmenleri olmasinin kararla hic alakasi yoktur.

Zaten adaylar beni deli ediyor. Biri bas belamiz diktatorumuz. Oburunun ne oldugu belli degil, adi bile Turkce degil. Ekmelettin ne yahu ? Kala kala bunlara mi kaldi Turkiye Cumhuriyetini yonetmek ?

Iste bunlar oyle icime islemis ki, ruyama girdi. Ruyamda cumhurbaskanligi adayligini bana teklif ediyorlar. Hic dusunmeden kabul ediyorum. Cok korkuyorum, aileme yeterince vakit ayiramayabilirim falan diye dusunuyorum ama sonra “yaparim ulen, vatan sagolsun, yazin adimi” deyip kollari siviyorum. Care yok, bizzat ise girisecegiz. Kim cikariyor bu adaylari? CV’mi nereye gondereyim ?

ortaya karisik

confused

Inanmiyorum, en son acilisi yazmisim. Oysa sonra otelde Noel kutladik, Yeni Yili kutladik. Neler neler oldu…

Ne kadar uzun zamandir yazmadigimi, hatta buralara ugramadigimi bugun reader’i actigimda farkettim. Amacim yazmak degildi gene yani, bugun eskiden beri okudugum bloglari, yasamlarina gunluk dozlarda kisa sure dahil oldugum eski arkadaslarimi ozledim. Sabah yoga yaparken, kahvaltida kuru uzumleri kavanozdan cikarirken, giyinirken,ortaliga dagilmis legolari toplarken, cocuklari okula gondeririken hep birileri geldi aklima. Sevgilerimi yolladim hepsine ve ne kadar ozledigimi farkettim.

Neden yazmiyorum? Bahane cok, ama ozeti kafam karisik. Oyle karisik ki, butun hayatima yansiyor bu kaos. Dolabim, evim, odam, hayatim karmakarisik. Bir gun Bali’den ev bakiyorum, hangi esyalari gotururum, hangilerini dagitirim diye hesap yapiyorum. Ertesi gun, bazi esyalari Papua’ya, otele gonderiyorum, home schooling sitelerine uye oluyorum, gene tasinma listeleri yapiyorum. Sonraki gun, Jakarta’da kalma plani yapiyorum. Bir gun, cocuklarin egitimi konusunda kendi kendime vidi vidi yapiyorum, ertesi gun hic umurumda olmuyor, cunku benim icin onemli olanin mutlu cocuklar yetistirmek oldugunu hatirliyorum.

Boyle iste. Karisik kafa, yogun, cok ama cok yogun gecen gunler buradan uzak tutuyor beni. Oyle yogun ki, sabah kalkip otelle ilgili mailleri cevapliyorum, spor yapiyorum, iki hafta once sokakta olmek uzere buldugumuz minik kedi Limon’u besliyorum. Cocuklari uyandiriyorum, kahvalti ediyoruz, onlari okula gonderiyorum, dus, giyinme ve Jakarta’nin vahsi trafigine kendimi birakiyorum. Ofis yogun, fabrika ziyaretleri, toplantilar, sunumlar,falan filan derken gun geciyor. Cocuklarin odevleri, okul aktiviteleri, aksam yemegi derken onlarin yatma saati geliyor. Cocuklar uyuyunca gene otelin isleri basliyor. Brosurler, dergilerle yazismalar, butun rezervasyonlar, ucak biletleri, acentalar, bireysel talepler, otelin eksik kalan perdeleri, biten t-shirtler, azalan sarap stoklari, basilmasi gereken takvimler, Sorong’da bulunamayan bilimum sey (oksijen tupunden, fiber kanoya kadar) bizim evden yukleniyor.  Aslinda esas bu zamanlarda bana en iyi gelecek yer burasi ya, girdaba kapilinca cikisi goremiyor insan her zaman.

Cumartesi gunu, dogum gunum serefine bu cilgin tempoya bir gunluk ara verecegim. Tek basima sayilabilecek sekilde gecirecegim ilk dogum gunum olacak. Sadece cocuklar ve ben. Onlar zaten farkina varmayacak buyuk ihtimalle, cunku onlarin cocuk dunyasinda gunlerin onemi yok. O gun hic bir is yapmayacagim, simdiden duyuruyorum, kimse benden birsey istemesin. Butun gunu kendime ayiracagim, bilgisayari hic acmayacagim. Mailleri okumayacagim.  Sabahtan yoga, cikista masaj ve spa’da hafif bir yemek, sonrasinda da kendime hediye almak icin alisveris planim var.

Yobaz

Her turlu yobaza karsi gayet guclu negatif hislerim var. Hristiyan, fasist, milliyetci, musluman, budist, hindu, vegan, asi karsiti, cevreci, inancin adinin ne oldugunun onemi yok. Herhangi bir felsefe yada inanci koru korune benimseyen, artik mantikli dusunemeyen, her soylenene inanip kolayca alevlenen, fevri ve mantiksiz hareket eden herkese sinir oluyorum. Ama oyle boyle degil, cok ama cok sinir oluyorum. Ataturk’e laf soyledi diye birilerini dovene de, bir kitapta yaziyor diye kertenkele oldurmek sevap diyene de, cocuguna asi yaptirdi diye birilerine sozle saldirana da, et yiyor diye asiri tepki verenlere de, hepsine kilim. Bana gore hepsi yobaz.

Yobazlarin hepsine ayni derecede sinir olmuyorum tabii ki. Yobazligi yuzunden cinayet isleyenler, diger insanlarin ozgurluklerini kisitlamak isteyenler, az sevilenler listemin en basinda yer aliyor. Insanlarin bu yobazlar tarafindan oldurulmeleri cok agirima gidiyor ve birbirlerine saygi gostermemeleri beni cidden deli ediyor. Bu konular beni cok rahatsiz ettigi icin, ustunde pek yazmamaya, konusmamaya calisiyorum. Ama dun oyle traji-komik bir sey oldu ki, yazmadan duramayacagim.

Pakistan’da bir fabrika sahibi, iki tane t-shirt’u uretmeyi, ustundeki baskilar dini inanclarina ters dusuyor diye reddetti. Baskilari henuz magazalara cikmadigi icin paylasamiyorum ama ayni ahlaksizlik derecesinde baska gorseller buldum, asagiya ekliyorum. Buldugum resimlerin bizim dizaynlarla alakasi yok, sadece ahlaksizlik dereceleri benzer.  Birinde bira resmi var, digerinde de bir genc kiz resmi. Ve diger tarafta bira sisesini ve basi acik bir genc kizin resmini dahi gormeye tahamul edemeyen, orumcek aglariyla kapli bir beyin. Oyle ki, ticari anlamda isletmesi icin onemli bir is imkanini elinin tersiyle itiyor. O fabrikada calisan binlerce kisinin ekmegiyle oynuyor belki. Bunu din adina yapiyor, onun elinden ekmek yiyen binlerce insani dusunmuyor bile.Belki tanrisi adina boyle bir fedakarlik yaptigi icin hesabina bayagi bir sevap gectigini dusunup, hem kendiyle gurur duyuyordur, hem de seviniyordur. ” O kafirlerin mallarini yapmadim, cenette huriler cepte” diye de hesaplara girmistir belki.

beer zengirl

Bu tepkide ciddi bir celiski var aslinda. Madem boyle bir inancin var, fabrikani ahlaksiz tekstil urunlerine alet etmek istemiyorsun, o zaman bayanlar icin t-shirt, sort, pantalon gibi giysileri de kabul etme. Zira bu tur ahlaksiz seyleri uretince, dunyanin diger ucundaki kadinlarin ahlaksizligina katkida bulunuyorsun. Belki hamile bir kadin, artik pantalonlarinin hic biri olmadigi icin, senin urettigin tayti giyiyor. Karnini gostere gostere, hatta beyi de yaninda olmadan, sokaklarda geziyor.  Belki bir kadin senin urettigin kisa kollu bluzu satin aliyor. Sonra hasta cocuklari, daha az imkana sahip insanlari iyilestirmek icin Afrika’ya gidiyor. Ve bir gun, senin kafandaki baska gozu donmusler, carsaf giymiyor diye o kizi olduruyor.

Mantiksiz, anlamsiz, sacma isler. Zaten oyle bir inancin da mantigi yok. Madem bir tanriya inaniyorsun koru korune, onun yarattigi baska bir yaratigi nasil onun yarattigi sekilde kabul etmezsin? O koru korune tapindigin tanrinin eserini hatali  buluyorsun, degistirmeye calisiyorsun, sacini bacagini gormek istemiyorsun. Kendi tanrinla celiskiye dusuyorsun da, farkina bile varmiyorsun. Gostermelik, derinligi olmayan, dayanagini gercekten de hic anlamadigim isler bunlar.  

Insanligin alacagi daha cok yol var.  O olgunluga topluca ulasamadan, soyumuz tukenip gidecek diye endiseleniyorum.

Fazil Say’in basina gelenleri matematiksel bir formulle acikalayabilsem kendimi daha iyi hisseder miyim?

Sabah masami temizlerken gene bir suru not cikti kagitlarin arasindan. Bir kismi, tamam tamam cogu, yemek tarifiydi. Bir kismi yapilacak isler ve alisveris listeleri. Bir de kendime yazdigim, birseyler okurken aldigim notlar. Alisveris listelerinden birini ters cevirince arkasinda su notlari buldum:

Uncertainity Avoidence Index (Belirsizligi Onleme Indeksi):
Bu ne kadar dusukse, toplum belirsizligi ve degisik fikirleri o kadar tolere edebiliyor ve hatta, bu cok sesliligi aleyhine kullanabiliyor demektir. Bu toplumlarin insanlari sogukkanli ve dusunceli olarak nitelendiriliyor. UAI yuksek olmasi toplumun belirsizlige karsi tahamulu olmadigini gosterir. Belirsizligi onlemek icin kati kanunlar, yasalar, politikalar uygulamaya konulur. Bu toplumlarin en buyuk amaci belirsizligi onlemek adina ,herseyi kontrol altinda tutabilmektir. Bunun sonucu olarak toplum degisimleri kolay kolay kabul etmez ve ortama endise ve gerginlik hakim olur. Farkli toplumlar bu endise ile basa cikmada farkli yontemler gelistirmislerdir.
Singapur’un UAI indeksi 8, Danimarka 23 mesela. Turkiye’nin ise 85. Yani toplumdaki endise ve gerginlik had safhada. Bunu yatistirmak icin adilce uygulanan bir hukuk sistemi gerekmektedir. Halk kendi kendine bu endise ile basa cikabilmek icin geleneksel rituelleri kullanmaktadir. Bu ritueller ve davranis sekilleri disaridan dincilik, dine baglilik gibi gorunse de, aslinda gerginligi onlemek icin uygulanmakta olan geleneksel sosyal davranislardir.

Power Distance Index (Gucten Uzaklik Indeksi):
Bu indeksin yuksek olmasi toplumdaki guc ve maddi dagilim esitsizliginin gostergesidir. Bu tur toplumlar, liderlerin kendilerini toplumdan soyutlamasini ve adil olmayan uygulamalari normal karsilar. Yani aslinda toplumdaki adaletsizlik yukaridan asagi degil de, asagidan yukariya dogru onaylanir. Toplum bu adaletsizligi, esit haklara ve maddi gelire sahip olmamasini kulturel miraslarinin bir parcasi olarak kabullenir, kaderine seve seve boyun eger. Baska bir duzen olabilecegi akillara gelmez, o “baska” duzenin sadece gelismis ulkelerde olduguna inanir ve kurtulusu buralara kacmakta gorur.
Turkiye’nin PD indeksi 66, rastgele bakarsak Danimarka’nin 17, Avusturalya’nin 36. Yani 66 yuksek bir deger…

Bunlari kendime neden yazdigimi cok iyi hatirliyorum. Olanlara daha az hirslanayim, caresizlik icinde dine, basortusune sarilan halkima kizmayayim, yada daha az kizayim diye. Icimi daglayan haberlere gozyasi dokmekten usanip, herseye arkami donmeyeyim diye. Olaylarin gelisimini sosyolojik acidan kendime aciklayayim ki, bu yolun cikisi oldugunu da unutmayayim diye.

Bu yazdiklarim Geert Hofstede adindaki bir profosorun “kulturel boyut teorisi” calismasindan alintidir. Hofstede, ulusal kulturlerin bes boyutu oldugunu one suruyor:

1) Power Distance (Gucten Uzaklik)
2) Individualism (Bireysellik)
3) Masculinity (maskulenlik)
4) Uncertainity Avoidence (belirsizligi onleme)
5) Long Term Orientation (Uzun vadeli gorus, ileriye yonelik dusunme)

Bu boyutlar icin olcum kriterleri gelistirmis ve pek cok ulkenin degerlendirmesini yapmis. Is cevrelerinde, ozellikle de yabanci kulturle, ulkelerle calisanlarin cokca basvurdugu bir kaynaktir. Daha fazla bilgi almak isterseniz: http://geert-hofstede.com

Farkettim ki kendine fazla guven umursamazligin gostergesi. Bir is yaparken biraz icin kipirdanacak, karnindaki kelebekler konacak dal bulamayacak, hersey oyle mukemmel olsun isteyeceksin ki, mevcut durumu nasil daha iyilestirebilirim diye dusunup duracaksin. Eger ben bunu gozum kapali yaparim diyorsan, pek de umursamiyorsun demektir aslinda. Ben bunu yaparim ama bana faydasi ne diyorsan, gene ayni, pesinde kostugun sonuc durumu iyilestirmek degil, kendin icin birsey elde etmek demek ki.

Oyle iste, bu seferlik bu kadar olsun. O kadar uzun ara verdikten sonra ancak bu kadarina izin verdi kelebekler.

Mustafa Kemal

Sevgili Dilara’nın izniyle dün akşam anlattığı, tüylerimi diken diken eden anısını sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Jakarta’daki taksilerde, şöförün kimlik bilgileri müşterilerin görebileceği şekilde, arabanın ön kısmında asılı oluyor. Arkadaşım bindiği taksi şöförünün adının Mustafa olduğunu görüyor ve Türkçe’de de aynı ismin kullanıldığını söylüyor şöföre. Şöför, zaten isminin Türkçe olduğunu, babasının Atatürk hayranı olduğunu ve bu yüzden adının Mustafa olduğunu anlatıyor. Evde Atatürk’le ilgili beş koca kitap olduğundan bahsediyor. Gururlanan ve bir o kadar şaşıran arkadaşım, şöföre babasına götürmesi için Atatürk’le ilgili birşey vermek istiyor, yanında mevcut tek Atatürk resimli şey olan Türk parasını veriyor hatıra olarak. Şöför babasının iki sene önce vefat ettiğini söylüyor…

Bu anıyı bizimle paylaştığında başka bir arkadaşımız da, evlerinin altındaki markette adı Mustafa Kemal olan bir gencin çalıştığını, onun da isminin babasının Atatürk hayranlığından geldiğini anlattı.

Tüylerim diken diken oldu. Hem çok gurur duydum, duygulandım hem de aynı hayranlığı gelecek nesillere aktarabilmek için artık çok daha fazla çaba göstermemiz gerektiğini hatırlayarak üzüldüm. Bize unutturulmak istenen o büyük adamın, dünyanın heryerinde, her kesiminden ne çok hayranı var oysa. Belki de bizim çocuklarımız Atatürk’ü daha bilinçli tanıyacak, kendi kendilerine okuyup, araştıracak. Oysa bizler ezberledik, onu öyle kabullendik, sorgulamadık büyüklüğünü. Belki bizim çocuklarımız onu daha iyi anlayacak çünkü analiz ederek, araştırarak öğrenecek. Züğürt tesellisi belki benimki…

Lady Tukaka

Beyinsizlik kötü şey. Hem hastaya zarar, hem çevresine. Tedavisi var mıdır bilmem ama bilim adamları virüslerle uğraştıkları kadar, beyinsizlerle de uğraşsalar kendimi daha iyi hissedeceğim.

Lady Gaga’nın Jakarta’da konser vereceği haberini ik ne zaman duydum hatırlamıyorum bile. Geçen sene Kathy Perry, Bruno Mars, Maroon 5, Erykah Badu, hatta Justin Bieber’ın bile teşrif ettiği Jakarta’da büyük konserleri garipsememeyi daha bu şehre adım bastığımız ilk gün öğrenmiştik. Tunç’la burayı ilk görmeye geldiğimiz hafta, Black Eyed Peas konseri vardı. Yerleşmek üzere geldiğimin haftası ise Duran Duran sahne almıştı. Son anda bilet bulamamıştım doğal olarak ve ortaokul aşkım John Taylor’ı göremediğim için az hayıflanmamıştım.

Bu sene bir ara Lady Gaga’nın konserinin olacağını ve biletlerin hızla tükendiğini duyduk. Beyinsizler tam olarak ne zaman devreye girdi kaçırmışım. Olay dikkatimi iki haftadır her gün gazetelerde Lady Gaga adı geçmeye başlayınca dikkatimi çekti. Kendine Ulema bilmemnesi diyen bir grup beyinsiz, Lady Gaga’nın Jakarta’ya gelmesini ülkenin ahlakı ve hatta kedilerinin geleceği için sakıncalı bulduğunu açıkladı. Satanist olup olmadığı belli olmayan bu kadının, açık saçık giyinip  yaptığı şehvet dolu sahne şovlarının genç yaşlı herkesin başın taş yağdırtacağını söyledi. Ya olur da bütün konser salonu bir anda sevişmeye başlarsaydı ama değil mi, adamlar haksız değil. Eğer olur da o kadın bu ülkeye ayak basarsa olay çıkaracaklarını, fanatik üyelerinin işi şiddete dahi dökebileceğini söyledi. Tehdit üstü kapalı falan değil, açık açık yapıldı. Kendilerine Little Monsters diyen, Endonez Lady Gaga hayranları ise, doğal olarak ayağa kalktılar.

Sağ duyu sahibi, aklı başında polis teşkilatı ne yapardı bu durumda? hah, hiç o sizin aklınıza gelenleri yapmadı Endonezya Polis teşkilatı. ‘Sen terorist misin? Konserde olay çıkarttırmayız, çıkartmaya çalışanı alırız içeri’ demedi. ‘Gel güzel kardeşim, konserini ver burada, biz seni de hayranlarını da koruruz bir avuç kendini bilmez sapıktan’ diyemedi. ‘e, peki o zaman, biz de konser iznini vermeyelim bari’ deyip işin içinden çıkacaklarını düşündüler herhalde.

Ama olay öyle kolay geçiştirilecek gibi görünmüyor. Her gün gazetelerde konuyla ilgili birşeyler yazılıyor. Little Monsters dışında, modern Endezyalılar olayı hazmedemiyor. Radikal beyinsizler tırnaklarına siyah renk oje süren herkesi satanist sanarken, Lady Gaga’nın Endonezyalı modacı Tex Saverio’nun tasarımlarına Harpers Bazaar çekimleri için mankenlik yapmış olması onlar için birşey ifade etmiyor tabii ki. Çoluk çocuk domates, biber aldığımız marketlerde ‘tonight I’m ..u..kcing you’ diye bas bas çalan şarkılardan kimse rahatsız olmuyor da, garip kıyafetli, bu garip kadın bir grup teroriste tehdit unsuru oluşturuyor nedense.

Ressamları bıçaklanan, heykellerine tükürülen bir ülkenin çocuğu olarak, bu olayları şaşkınlıkla değil de, merakla takip ediyorum. Evrimin bir dönemi gelecek ve bu beyinsizlerde de bir beyin gelişecek, sanat insanlık için tehdit unsuru olmayacak bir gün.

Insanligin gezegendeki utanc dolu varligi

Bugun sirt yuzgeci kesilmis bir kopekbaligi gorduk. Insanlar tarafindan sakat birakilmis bir hayvan. Caniler ya islerini tamamlayamadan yakalanma korkusuyla sirt yuzgecini kesip atmislar, yada yasak oldugunu bildikleri icin kopekbaligini oldurmeye korkup sadece sirt yuzgecini kesip birakmislar.

Butun bu vahset fahis fiyata satilacak bir kase corba icin, onu satin alacak duyarsiz, cahil, iktidarsiz,statu pesindeki adam icin. Yazik…

Bugun bombalarla delik desik edilmis bir batik gorduk. İkinci dunya savasinda batirilmis bir Japon gemisi. Yok yere yitip gitmis onca canin anisi sinmis merdivenler, kamaralar gorduk. Kagit gibi yirtilmis, yaprak yaprak acilmis kapkalin govdesi geminin. Sivil gemiymis aslinda ama askeri gemileri tukenince sivil gemileri de savasa gondermis Japonlar, topraklarindan 2000 mil uzakta, okyanusun ortasindaki bu adalarda Amerikalilarla savasmak icin.

Butun bu vahset dunyayi oyun alani olarak goren bir avuc iktidar duskunu, gozunu kan burumus adam icin. Yazik… Cok yazik…

“begen” tusu olmayan yazi

Bir suredir kafayi kendimizi, hayatimizi, butun potansiyelimizi kullanmamizi engelleyen bilincalti fikirlere taktim. Ilk deneyimlerimizden cocuk aklimizla cikardigimiz basit denklemlerin, yetiskin hayatimizi nasil etkiledigini ayristirmaya calisiyorum. Kendimde ve cevremde en belirgin olarak one cikanlar onaylanma, kendini onemli hissetme, deger gorme tutkusundan yada baska bir ifadeyle kisinin  degersiz, yetersiz olduguna dair bos inanclardan kaynaklananlar. Bu sorun bence cok yaygin. Facebook’a birseyler koyup sonra 2 dakikada bir kim begenmis, kim yorum yapmis diye kontrol etmek baska nasil aciklanir? Ya blog yazarlari? Neden yaziyoruz biz? Salt yazmak adina mi yoksa kendimizi birilerine begendirip, onaylatmak icin mi?  Gelen yorumlarin istatistigini madde bagimlilari gibi tutup, gurur meselesi yaptigimiz oluyor mu arada? Az ilgi gorunce, “birakicam lan bu isi” diye somurtup ilgi aradigimiz? Ustunde calismali bunlarin, yetiskin olarak onayini almamiz gereken tek mercinin kendi vicdanimiz ve aklimiz oldugunu, bunun getirdigi sorumlulugu kabullenmeyi ogrenmeli artik.

Bugunluk bu kadar, yorum birakmamak serbesttir. Optum.