Raja Ampat SEA Centre

Uzun zamandir suregelen sessizligim, nereden anlatmaya baslayacagimi bilmememden. Oyle cok sey oluyor, oyle dinamik geciyor ki zaman. Ancak son zamanlarda gozumun bebegi, kalbime that kuran gelisme Raja Ampat SEA Centre.

coral plantationPapua Explorers, Raja Ampat’in dogasina olan askimizdan dogmustu. Burasi dunyanin oyle ozel bir bolgesi, oyle guzel ve bakir ki, hic zarar gormesin, modern dunyanin zehiri buraya hic tasmasin istiyoruz. O yuzden Papua Explorers kuruludugundan beri surekli yerel halkin yasam standartlarini iyilestirmek ve onlara sahip olduklari doganin kiymetini ve bunu korumayi ogretmek, ayni zamanda da denizlerin turizm ve diger balikcilik faaliyetlerinden zarar gormemesi icin canla basla calisiyorduk. Bu isler zamanla cok vakit ve butce almaya basladi. Otelimize gelen ziyaretcilerden de projeleri gorup, destek olmak isteyenler cogalmaya baslayinca, butun bu faaliyetleri Papua Explorers bunyesinden ayirip, bagimsiz bir vakif kurmaya karar verdik. Yasal islemler tamamlandi ve vakfimiz Raja Ampat SEA (Science, Education, Awareness) Centre, gectigimiz aylarda resmi olarak acildi.

Uzun bir yolun basindayiz. Amacimiz Raja Ampat’i dogal ve insan kaynakli tehditlere karsi korumak, ayni zamanda da bolge halkini bilinclendirip, turizmin surdurulebilir, dogayi korur bir sekilde gelismesini saglamak. Mevcut projelerimiz hakkinda bilgi almak ve nasil destekleyebileceginizi ogrenmek icin lutfen sayfamiza goz atin ve sayfayi arkadaslarinizla paylasin. Her turlu desteginiz icin minnettariz.

Facebook sayfamiz icin tik

www.seacentre.org

issiz bir adada cocuklarla tatil

Issiz ada dedigime bakmayin, o kadar da issiz degil. Benzin oldugu surece dis dunya ile iliskimiz var. Jenerator calistigi surece internetimiz, tekneler gidebildigi kadar ulasimimiz var. Zaten yan koye yuruyerek gecebiliyoruz. Ama modern dunyanin nimetleri yok. Televizyon yok, alisveris merkezleri, sinemalar, oyuncaklar yok. Peki boyle bir yerde iki cocukla uc hafta boyunca ne yaptim? Biraz on hazirlikla inanilmaz keyifli, kesif dolu gunler gecirdik. Zaten ilk iki hafta dort cocuktular. Baran Abi’leri ve Alisha vardi.

Uzunca bir vakit gecirecegimiz icin, daha gitmeden kara kara dusunmeye baslamistim onlari nasil mesgul edebilecegimi. Ikisi icin de, kendi seviyelerinde matematik ve yazma alistirmalari basmistim. Raja Ampat’ta gel git cok yogun yasaniyor ve gozlenebiliyor. O yuzden gitmeden once basitce gunes sistemi, ay ve ayin cekim gucunun denizleri nasil etkiledigine dair egitici videolar seyrettik, konustuk, hatta dans ederek kim kimin etrafinda donuyor diye temsili canlandirdik. Ayin hallerini not edebilmeleri icin bos kagitlar bastim gitmeden once. Tropik kus ve bitki kitaplarimizi da bavula koymayi unutmadim. Kus gozlemi icin onlarin rahat kullanabilecegi kucuk bir durbun ve gece yuruyusleri icin kafaya takilabilen fenerler aldik. Mayolar, deniz gozlukleri ve paletleri de alinca hazirliklarimiz tamamlanmis oldu.

Adaya ilk varisimiz ogleden sonrayi bulmustu. Cocuklar uzun zamandir ballandir ballandira anlattigimiz dogayi kesfetmek icin sabirsizlaniyorlardi. Biraz sakinlesmeleri icin Tunc, yemek sonrasi onlari macera yuruyusune cikarma sozu verdi. Bu vaatle yemekler hapur hupur yendi. Yemek sonrasi kafa fenerlerini dagittik ve ormanin kenarinda yuruyuse ciktik. Buyuk, kucuk buldugu her canliyi yepyeni bir kesifmis gibi anlatti cocuklara Tunc. Minik bir yengeci dakikalarca inceleyip, pesinden kosturdular. Agaclari, orkideleri, kertenkeleleri incelediler. Karanlikta yagmur ormaninda dolasan Jones ve Lara Croft’tu onlar.

Daha sonraki gunler bu macera yuruyusleri geleneksellesti. Cocuklar her sabah Tunc’a “Bugunku maceramiz ne?” diye sorar oldular. Orman yuruyuslerine alternatif olarak gece karanliginda parildayan planktonlari gozleme isini ekledik macera listemize. Iskelenin en alcak yeri, sular yukseldiginde bilek hizasina kadar su altinda kaliyor. Gece zifiri karanlikta burada ayakta durup sulari elleriyle hareket ettirdiklerinde plantonlarin piril piril parladigini gorduler. Gecenin gec bir saati suyla oynamak da ayri bir zevk tabii.

Ikinci haftanin basinda, guneslenme guvertesine uc tane hamak kurduk. Dort cocuk ve uc hamak once biraz anlasmazliga, sonra bol kahkahali oyunlara sebep oldu. Ara ara ilgi odaklarina gore gruplasmalar olsa da, genel olarak iletisimleri gayet saglikliydi.

Gunduzleri mumkun oldugunca tekne gezilerine goturmeye calistik. Ancak islerimiz ve hava musait olmadiginda iskeleden yuzduk. Yuzme saatlerini hava ve akinti durumuna gore ayarlamamiz gerektigi icin basit hava tahmini konusunda bayagi bir tecrube kazandilar. Gel ve git arasinda akintilarin yogun oldugunu, en alcak ve en yuksek zamanlarin yuzmek icin ideal oldugunu ogrendiler. I-phone’un gel-git aplikasyonunu kullanarak yuzme saatlerimizi planladik. Ayrica bu tur acik denizlerde uyulmasi gereken basit guvenlik kurallarini ve dalis (yada yuzme) planlamayi da ogrenmis oldular. Akinti ipinin onemi, yuzmeye akintiya karsi baslayip, akintiya kendini birakarak geri donmeyi yasarayak ogrendiler.

Iskelenin alti ve cevresi cok canli. Raja Ampat sulari zaten dunyanin en zengin denizleri. O yuzden cok ama cok fazla deniz canlisi gorduler. Baliklarin isimleri ve yavas yavas ailelerine giris yaptik. Tas baligi, iskorpit ve aslan baliginin ayni aileden olduklarini, Marron Clownfish’in diger anemon baliklarindan farkli bir aileden oldugunu ogrendiler. Mercanlarin yumusak ve sert olanlarini bakarak ayirdetmeyi ve en onemlisi, hicbir mercanin ellenmemesi gerektigini ogrendiler. Kaplumbaga, ahtapot, muren, papagan baligi gibi buyuk canlilari gormek onlari cok heyecanlandirdi.

Yuzmedikleri zamanlarda vakitlerinin cogunu yengec ve bocek pesinde gecirdiler. Ozellikle Arda, yengecleri ve bocekleri eline almaya bayiliyor. Onlara zarar vermeden, konusa konusa elinde gezdirdi herbirini. Minicik bebek yengecler, kabugu dar gelip daha buyuk kabuk bulmak uzere ciplak bir sekilde yola cikmis yengecler, dunyanin en guzel evine sahip cici bici yengecler buldular. Arda’nin cekirge ilgisi iyice tavan yapti, ormana dalip dalip cekirge bulmaya calisti. Ilk hafta agaclardan sarkan tirtillar ve kozalar, son hafta kelebege donustu. Rengarenk, koskocaman kelebekleri gozlediler, ellerine cicek alip cicek taklidi yapip, kelebeklerin ustlerine konmasini saglamaya calistilar.IMG_4524

Kus gozlemi yeteri kadar yapamadik diye dusunurken, arka taraftaki agaclardan birine kirmizi yanakli, dev bir kara papagan dadandi. Onlarin elinde durbun, bizde fotograf makinasi, bu kusun pesinde kostururken, kus gozleminin tadini da aldilar. Sabahlari ucusan papagan surulerini, kahkaha atan bet sesli kargayi, kartallari gormeye basladirlar. Baykusun sesini duydular. Aksam balkonda unuttugumuz muzlari yiyen yarasayi gormeye calistilar. Gece kuslarindan konustuk, neden kocaman gozlu olduklarindan, neler yediklerinden bahsettik.

Bulutsuz gecelerde gokyuzunu seyrettik. Samanyolu’nu bembeyaz bir serit gibi gorduk. Tunc onlara Guney yarimkure’de yildizlarin nasil Kuzey’den farkli gorundugunu ve bulundugumuz yerden galaksinin merkezine baktigimizi anlatti.

Ruzgar Guney’den esip, bize serin hava ve yagmur getirdiginde cocuklar yine herseyin en cok tadini cikaranlar oldular. Semsiye ve yagmurluklari kapip yagmur altinda dolasmaya bayildilar. Ozetle, her anin doya doya tadini cikardilar. Hem eglensinler, hem dogayi sevsinler hem de birseyler ogrensiler istiyordum. Hepsi de gerceklesti.arda in rain
Tatilin en caprici anisi ise benim icin bambaska bir seydi. Iscilerden biri bir gun bir cuscus yavrusu yakalayip bize getirdi. Cocuklar once cok heyecanlandilar. Ancak adamin hayvani bir kutuya koydugunu gorunce bakislari degisti. Adam hayvani evcillestirip otelin maskotu yapmak istiyormus meger. Lara’nin koca gozlerinde yaslar parlamaya basladi. “Ama Papua Explorers hayvanlari tutsak yapmaz, hayvanlari kurtarir, yardim eder. Bizim bu hayvani serbest birakmamiz gerekir” diye karsi cikti duruma. Adama derdimizi anlatamadik. Baktim cok uzuluyorlar, “uzulmeyin, gerekirse gece herkes uyurken gizlice serbest birakiriz” dedim. Bu sefer Arda ve Baran karsi cikti bu fikre. “Adam uzulebilir yada kizabilir” dediler. Sonunda Tunc hayvani serbest biraktirdi da, cocuklar rahatladi. Onlarin duyarliliklari, boyle bir bilinc seviyesine ulasmis olmalarini gormek beni cok etkiledi.

Ruya gibi gecti gitti zaman. Daha anlatacak cok hikaye var, yavas yavas, zaman buldukca yazacagim.

Ruya

Iki haftadir otelimizde kaliyoruz. Pinterest’te isaretleyip durdugum resimlerden birinde yasiyoruz adeta. Hayal kurarken birden icine dusuvermis olmaliyim, ruyama elimle dokunabiliyorum cunku. Yaklasik bir yildir bu ruyayi gerceklestirmek icin biz destegimizi uzaktan verdik hep, olani biteni, gelismeleri masal gibi dinledik. Simdi herseyi kendi gozlerimle gorunce, gorduklerim mucizevi bir sekilde buraya bizler icin kondurulmus gibi geliyor.

Hala hersey tam degil, restoran ve dalis merkezi insaati devam ediyor. Mutfak personeli ilk kez bizimle misafir agirlamayi deneyimliyor. Onlari su anda hayal edemedikleri bir duruma hazirlamaya calisiyoruz, heyecanla, merakla ogreniyorlar. Odalari susleyip, dekore ediyoruz yavas yavas. Cok begenerek aldigimiz objelerin bir araya gelip, dort duvara hayat verisine sahit oluyoruz. Oyle heyecan verici ki. Burayi bitmis, ici misafirlerle dolu hayal ettigimde karnimda kelebekler ucusuyor.

Doga herseye hakim. Dogaya teslim olup, gunleri onun akisinda yasamayi ogreniyoruz hepimiz. Yaklasan firtinayi onceden gorebilmeyi ve duyabilmeyi, bulutlari okumayi, ayi ve gelgitleri takip etmeyi, baliklara bakarak akintilari gormeyi ogreniyoruz.

Butun bunlarin tadini en cok cocuklar cikariyor. Gunesli gunlerde denizde egleniyorlar. Iskeleye kurdugumuz iki hamakta gunun her saati keyif yapiyorlar. En cok dogaya uyum saglayan ve her anindan keyif alan ise Arda. Cekirgeler, orkideler, kabuklu ve kabuksuz yengecler, deniz kabuklari, taslar, mercan kiriklari, kuma dusmus agac parcalari, insaattan artan tahta parcalari gun boyu mesgul ediyor onu. Elinde ya bir cekirge, ya bir yengec var cogu zaman. Yagmur yagdiginda ve diger cocuklarin yuzu dustugunde, o semsiyesini alip yagmurda gezmeye bayiliyor. Iskele boyunca yuruyup denizi seyrediyor. Odadan cikamadigimizda, insaat artiklarini tahta blok olarak kullanip koskocaman robotlar, evler insa ediyor.

Yarin donuyoruz. Sehir hayatini hic ozlemedik. Yanimizda hic oyuncak getirmememize ragmen, cocuklar oyuncaklarini bile ozlemediler. I-pad ve telefonlar hep ortalikta ama cocuklar bunlarin yuzune dahi bakmiyor. Teknolojiyi dogayi daha iyi tanimak icin kullaniyoruz sadece. Gelgitleri takip etmek, yildizlara ve hava durumuna bakmak, gordugumuz canli ve bitkiler hakkinda bilgi edinmek icin elimize aliyoruz telefonlari genelde.

Kisa bir sure sonra tekrar gelecegiz. Ayrilik huznu coktu ustumuze ama bir sonraki gelisin tesellisi simdilik yetiyor. Bu cennetten bir parca payimiza dusmus olmasi ne buyuk bir mucize.

20130724-190912.jpg

Raja Ampat’ta sabah

Papua’dayim yine, en bati ucunda, kus kafasi seklindeki yarimadanin onundeki minicik adalardan birinde. Dusuk olcekli bir dunya haritasinda gorulmesi mumkun olmayan bir noktaciktayim.

Sabahlari tropik kuslarin sesleriyle uyaniyorum. Papagan, baykus, balikcillar ve daha adini bilmedigim bir suru kusun sabah sarkilariyla, dalgalarin ve denizden atlayan baliklarin sesleriyle karsiliyorum gunun ilk isiklarini. Ama bu sabah farkli bir sesle uyandim, digeradoo, davul ve sarki soyleyen insan sesleri ile.

Merakla kalkip terasa ciktim. Tam karsimizda, tekneyle yaklasik 15-20 dakikalik mesafede bir koy var. Koyde bir toren yapildigini hayal ettim, ipuclari yakalamaya calistim. Ama sesler ciliz iki isikla uzaklasinca ve sarki bitip yenisi basladiginda bu seslerin bir balikci teknesinden geldigini farkettim. Hayalimdeki kabile toreni degilmis , sadece halk turkulerini dinleyerek ava cikan bir balikciymis meger. Gene de kabilesel ezgiler, egzotik sesler ve guclu ritmden olusan balikci sarkisi sabahima pasparlak nefis bir renk katti.

Kahvaltidan sonra resmi gorevim olan, cocuklari yuzdurme isini ihmal etmeden ve geciktirmeden gerceklestirdim. Akinti cikip cocuklari cikarinca da iskele onunun tadini cikardim. Akintiyla birlikte butun baliklar saklandiklari kovuklardan ciktilar. Dev istiridyeler beslenme umidiyle acilip o muhtesem renklerini ve desenlerini sergilediler. Buzulmus anemonlar, mercanlar, sungerler butun heybetleriyle, biraz daha fazla plankton yakalayabilmek icin ortaya ciktilar. Minik sari kafali, siyah beyaz cizgili govdesi olan bir deniz yilaniyla gozgoze geldim, basini sokacak bir delik bulmak icin uzaklasti gitti. Iskelenin altini doldurmus olan gumus baligi surusunun icine daldim, sigdan masmavi derinligi seyrettim balik kalabaliginin arasindan. O derin mavinin taa icinde, goremedigim, ama benim varligimdan haberdar olan canlilari selamladim. Bir elimle iskeleye tutunup, hareketsiz, sessiz, oylece durup izledim, ne muhtesem bir gezegende yasadigima sukrettim.

Ogleden sonra ‘bugunun macerasi ne baba?’ diye baslarlar sormaya. Belki yagmur ormanina yuruyus yapariz, belki tekneyle bembeyaz bir kumsala gideriz, belki bizim koyun hemen arkasindaki mantar adalari arasinda geziniriz. Kim bilir? Bu muhtesem doganin kucaginda her animiz mucizelerle dolu.

20130722-130504.jpg

Heyecan dolu adimlar

Hepimizin icini pir pir ettiren, karnimizda kelebekler ucusturan birseyler oluyor. Papua’nin en Bati ucunda, minicik bir adada, cennet gibi bir koy 50 seneligine kiralandi. Resmi sirket kurulusu onaylandi, su anda hummali bir bicimde resmi bazi dokumanlar uzerinde calisilip duruluyor. Papua Explorers Dalis Oteli yavas yavas hayat buluyor.

Senelerdir dusledigimiz hayalin temelleri, dunyanin en guzel dalis noktalarindan, doganin en dokunulmamis ve bakir kalan koselerinden birinde atilacak cok yakinda. Bu noktaya gelmek cok emek ve uzun bir yol aldi ama karari verdikten sonra olaylar oyle guzel gelisti, yollarimiz oyle harika insanlarla kesisti ki, bu proje cok basarili olacak eminim. Otelin uluslararasi anlamda ilk Turk dalis oteli olacak olmasi olaya ayri bir heyecan katiyor. Tropiklere egemen olan Avrupa ve Amerikan yatirimlarina, bir de Turk yatiriminin ekleniyor olmasi bizim icin bambaska bir motivasyon dogrusu. Ailece hayaller aleminde dolasip duruyoruz. Cocuklar bile akillarina gelen fikirleri yazip duruyorlar.

Hikayenin bundan sornaki kismini Papua Explorers’in Facebook sayfasindan takip edebilirsiniz. Logoyu buldugumuz anda bir websitesi ve blog araciligi ile gelismeleri gun be gun aktaracagiz. Iste Papua Explorers Dalis Otelinin yer alacagi Pinsilim koyu.

Tanrilar denize inmis

Yaklasik bir haftadir Papua’dayiz. Gecen yilki geziden sonra cok detayli anlatmistim, onlarin ustune yeni yazi konusu cikmaz diye dusunuyordum. O yuzden gittigimi bile yazmamistim. Ama Papua, o essiz dogasiyla yine beni sasirtmayi basardi.

Bu kez Papua Paradise isimli baska bir yerde kaldik. Burasi gecen sefer kaldigimiz yerden biraz daha konforlu ama ‘fishy line’ dedigimiz cok yogun balikli dalis noktalarina uzak. Bu bolgelere dalis yapmak icin sabahtan cikip, butun gunu tekneyle denizde gecirmek gerekiyor. Cennet gibi kumsallarda desaturasyon ve yemek molalari, muhtesem dalislarla birlesince, bu tam gunluk programlar cok keyifli oldu. Biraz yorulsak da odulumuz muhtesemdi.

Tatilin son Fishy Line dalis gununu, yine birbirinden guzel dalislarla bitirdik. Heyecan, yorgunluk ve mutluluk icinde yaptigimiz dalislari konusuyorduk donus yoluna gectigimizde. Daha dalis elbiselerimizi yeni cikarmistik, dogru duzgun kurulanmamistik ki cok uzakta, agir agir hareket eden iki koca yuzgec gordu birisi. ‘balinaaaaaa’ diye atilan ciglikla herkes kosarak o tarafta toplanmasi bir oldu. Kaptan hemen motorlari susturdu ki kacmasinlar. Farkli yonlerde uclu balinalar halinde uc grup ispermece balinalari vardi etrafimizda.

Kaptan yavasca yaklasmaya calisti. Biz alelacele kameralarimizi kapip teknenin ustune ciktik. Tekne sesinden rahatsiz olup giderler diye korktuk ancak, bizim onlari merak ettigimiz gibi, onlar da bizi merak etmislerdi ki yaklasmamiza izin verdiler. Uzun sure agzim acik seyrettigimi, uzakta buyuk bir tanesi kuyrugunu suya vurarak digerlerini yanina cagirdiginda farkettim. Bir tanesi cikip atlayinca, atilan sevinc cigliklari, saskinlik nidalarina karisti teknede. Guzel kuyruklarini asalet icinde sergileyip gittiler.

Derken ilerde iki tane daha gorduk. Biri gercekten cok buyuktu. Kaptan yine yavasca yaklasti. Uzunca bir sure birbirimizi seyrettik. O su puskurterek, heybetli govdesini, cussesinden beklenmeyecek bir zarafet icinde hareket ettirirken, ben duydugum hayranligin boyutunun tarif bile edilemeyecek oldugunu dusunuyordum.

Arkadan cikan kucuk, sivri ve kivrik yuzgeclerin sahipleri kendilerini fazla gostermediler ama yuzgec ve vucut sekillerinden pilot whale olduklarini tahmin ediyorum. Geride bizimle kalan uc balina, bizi izlemekten bikip, yine muhtesem kuyruklarini gostererek dalip gidince biz de donus yolumuza kaldigimiz yerden devam ettik.

Yunuslarin insanlar uzerinde biraktigi etkiyi iyi bilirim. Sesleri, oyunculuklari, adeta insanlarla konusmalari, hipnotize eder seyredenleri. Kalbinin ta derininde simsicak birseyler hissedersin, sanki yureginiz bir atiyormus gibi gelir. Onlar yavrularini kuyruklarinin altina aldiginda, kendi yavrunu kucaklamis gibi hissedersin. Balinalarin buyusu, buna benziyor ancak daha derinden gelen, daha guclu birseyler var. Yillarin bilgeligi, derin sularin gizemi, doganin sirlari onlarda sakli. Karsilastiginda yureginde hissettiklerin ise daha buyuk, daha cesur, daha sakin ama derin.

Bu karsilasmayi hicbirimizin unutabilecegini sanmiyorum. Hissetiklerimizi ne kadar yazsak, anlatsak da tam olarak ifade edebilmemiz mumkun degil. Umuyorum ki bu buyulu yaratiklarla yolum tekrar kesisir, onlari cocuklarima da gosterebilirim.

Fotograflar icin sevgili Nihat Sandikcioglu’na tesekkur ederim.

>KIRMIZI CENNET KUSU

>

Raja Ampat yazılarının şimdilik sonuncusunu yazıyorum. Bu yazı, sadece Papua’nın Waigeo ve Batanta adalarında yaşayan endemik bir kuşla ilgili, kırmızı cennet kuşuyla. Adem ve Havva’nın cennetten kovulmasıyla ilgili epik hikayelere kafasını takmış olan 1800’lerin batı dünyasında ‘cennet kuşu’ kavramı, küllerinden yeniden doğan mitolojik kuşa eşdeğer tutulan bir karakter halindeymiş. Sadece Uzakdoğu’dan gelen ve zenginlerin şapkalarını süslemek için fahiş fiyata satılan tüylerinden tanınan bu kuşu pek çok kişi kendince tasvir etmiş olsa da, kuşun gerçekten neye benzediği uzun süre bir esrar olarak kalmış.
Alfred Russel Wallace sanırım o zamanlar bu kuşu canlı olarak görmüş bir kaç batılıdan biriymiş. Bu kuş Wallace için ise kaybedilmiş cennet hikayelerinden çok daha fazla şey ifade ediyormuş. Türleri ayıran Wallace çizgisinin çizdiği sınırları belirlemede cennet kuşunun çok önemli bir rolu olmuş. Bu yüzden kuşu canlı olarak İngiltere’ye götürmek Wallace’ın en büyük hayallerinden biri, ayrıca ortaya attığı teorileri destekleyecek önemli bir kanıt haline gelmiş. 1854’te başladığı Malay arşipelagosu gezisinde defalarca bu kuşu vurmayı ve canlı olarak yakalamayı denemiş, ancak çok uzunca bir süre başarılı olamamış. Son çare olarak bir grup yerliyi kuş yakalamaları için ikna etmek için yanlarındaki silah, bıçak, değerli taş ve metal eşyaların önemli bir kısmını vermek zorunda kalmışlar. Yaklaşık 20 kişilik bir yerli grubu meyveleri yem olarak kullanıp, kurdukları ipten tuzaklarla kuşları yakalayıp Wallace’a teslim etmişler. Wallace 1862 yılında tamamı Waigeo adasından yakalnmış 24 kuşla İngiltere’ye dönmüş.

1992 basımı 20,000 Rupiah’lık banknotların önyüzüne bu kuşun resmi basılmış. Ancak Endonezya mitolojisinde ve tarihi hikayelerinde kırmızı cennet kuşuna pek rastlayamadım. Sadece birkaç yerde geçmişte soylulara hediye olarak verildiğini okudum. Eminim benim ulaşamadığım hikayeler, öğrenemediğim anlamları vardır bu kuşun, zamanla öğrenirim umarım.

Neyse, uzun lafın kısası taa oralara gitmişken bu kuşu görmeden dönmek olmazdı. Cumartesi günü dalış merkezi çalışanları tatil olduğundan, bunu yapmak için en uygun fırsattı. Bir gece önce alabildiğimiz kadar bilgi almaya çalıştık, otelden sabah 4’te çıkılacağını ve yaklaşık bir saatlik orman yürüyüşünden sonra kuşu görebileceğimiz yere gideceğimizi öğrendik. Kuşların çok hassas olduğunu ve sivrisinek kovucu losyon sürersek kokuyu alıp yanımıza yaklaşmayacağı için kuşu göremeyeceğimizi söyediler. Akşamdan ertesi gün giyeceğim uzun pantalonu, uzun kollu gömleğimi, şapkamı ve fotoğraf makinesini hazırladım.

Sabah 4’te kalktığımızda ise havanın zifiri karanlık olması beni şaşırttı. Bizi adaya götürecek tekneye binmeden önce son anda dalış kasamdaki feneri cebime atmayı akıl edebildim iyi ki. Bir de uyarılara rağmen yanıma sivrisinek kovucu losyon almıştım. Cennet kuşu görmek mi yoksa sıtma olmak mı diye düşününce, losyonu sürmeye karar verdik nitekim. İçim hala uyuyordu, ancak o tekne yolculuğundan hatırladığım ve hala gözümün önünden gitmeyen şey gökyüzü. Sanki bütün uzay karşimda duruyordu., samanyolu tepemizden akıp gidiyordu. Hiç bu kadar çok yıldız, bu kadar net bir samanyolu görmemiştim.

Bir yerde kısaca durup rehberimizi aldık tekneye ve sonra başka bir yerde durup tekneden inmemiz söylendi. Tekneden inelim, güzel de, indiğimiz yerde iskele niyetine 15-20 santimetre genişliğinde, uzun bir kalas vardı sadece. Kör karanlıkta, uykulu uykulu cambazlık yapmak hesapta hiç yoktu ama başa gelen çekilir diyerek yavaşça yürüyerek karaya çıktık. Karaya çıktık derken, yağmur ormanına ayak bastık demek daha doğru olur. Yapılacak yürüyüşün ise tırmanış olarak nitelendirilmesi daha doğru olurmuş, yağmur ormanının tepesine çıkacakmışız meğer. Ağaçların içinde tek kişinin geçebileceği genişlikte bir yolu biraz temizlemeye çalışmışlar, tırmanılamayacak yerlere basamak mahiyetinde birşeyler yapmışlar, kenara da tutunmak için merdiven trabzanı gibi bambular döşemişler. Yağmurlu mevsim olduğu için yerler inanılmaz kaygandı ve biz bütün yürüyüşü bu bambulara yapışarak yapmak zorunda kaldık. Heryer öyle ıslak ve nemliydi ki tepeye vardığımızda ellerim sanki bir saat suda kalmışım gibi buruşmuştu. Yol boyunca rehber durup durup yerdeki tarantula yuvalarını gösterdikçe benim nabzım iyice hızlanmaya başladı. Karanlık, kaygan ve çok dik bir zemin, bir de üstüne tarantulalar gelince bir noktada tırmanış benim için dayanılmaz bir hal aldı.

Oturup rehbere kırık Endonezyacamla daha fazla devam edemeyeceğimi, grubu burada bekleyeceğimi söylemeye çalışırken adam panik halinde ‘lütfen miss, lütfen içeri girin, kuşları kaçıracaksınız’ diyordu. (Buradan itibaren Turkce karakterleri kullanamiyorum, verilen rahatsizliktan dolayi ozur dilerim)
Daha ne kadar yolumuz kaldigini sormaya calisiyordum, rehber ise yaklasik 1 saat diye cevap veriyordu. Ben iyice umitsizlige kapilmaya baslamisken kafami kaldirinca tamamen bir “lost in translation” durumu yasandigini gordum. Meger kusu izleyecegimiz yere gelmisiz. Kuslari urkutmeden izleyebilmek icin koyluler palmiye yapraklarindan bir cadir yapmislar. Kirmizi cennet kuslari da zaten oradaymis, kuslarin durdugu agacin dibinde oluyormus bu konusmalar. Adam meger, bana cadira girmemi, burada yaklasik bir saat kuslari izleyecegimizi soyluyormus.

Bunca zahmetin ardindan gormeyi basardigimiz kirmizi cennet kusunun cagrisina baska kuslar gelmeye basladi. Ortada sadece bir adet disi kus varken, birden onu tavlamaya calisan bir suru erkek kus uctu geldi bir yerlerden. Disinin ilgisini cekebilmek icin kanatlarini acip, harika bir dans gosterisi sundular bize. Sesleri pek bet olsa da, kendilerince ask ve meydan okuma dolu sarkilar soylediler birbirlerine. Sonra erkeklerden biri muradina erdi. Gosteri bitti diye toparlanmaya baslamistim ki, rehber beklememizi, herseyin tekrar bastan baslayacagini soyleyince durup bekledik. Gercekten de tum seremoni gozlerimizin onunde tekrarlandi. Kuslar yoruldugunda ya da beklenen her ne ise gerceklestiginde hepsi birden uctu gitti.

Gunes iyice yukselmis, ormanin butun guzelligini gozler onune cikarmisti simdi. Donus yani inis, bastigimiz ve tutundugumuz yeri gorebildigimiz icin daha kolay, egimin dikligini gozlerimizle gorup dusme korkusunu icimize soktugu icin daha zordu. Inis esnasinda adidas’a ilk ise girdigimde Almanya’ya yaptigim ilk is gezisinde satin aldigim outdoor ayakkabimin bir tekinin tabanini cikmakta oldugunu oldugunu gordum. Takilip dusmemek icin caba harcarken, taban kaygan, engebeli ve dik zemine dayanamayip cikti gitti. Tekneye bindigimizde gordum ki, diger tekinin tabani ben farketmeden cikip gitmis bile, belki de cikista o yuzden dusmustum. Boylece cennet kusu gezisi, kisisel miladimda onemli bir yere sahip olan bu ayakkabiyi Raja Ampat’ta maziye gommeme vesile oldu.
Onca zahmete ve maceraya degdi mi? Evet, her saniyesine degdi. Yine yapar miyim bilmiyorum, belki oncesinde birkac aylik bir fitness calismasindan sonra evet. Iste Alp Can’in kamerasindan kirmizi cennet kusu:

>Passage

>Waigeo ve Gam adaları arasında yer alan, yaklaşık 5 metre derinliğinde, zaman zaman nehir hissi veren fiyord benzeri, çok özel bir coğrafi oluşuma sahip bir yer Passage. Denizin kireçtaşından kayaları oymasıyla ortaya çıkan yüzlerce mantar adacıktan meydana geliyor. Bu adacıkların çoğunun üstü yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplı. Bazı yerlerde kıyılar tamamen mangrove ağaçlarıyla çevrilmiş. Bu ilginç yer, biyolojik açıdan sağladığı benzersiz şartlar sayesinde okçu balıkları (hani suyun hemen altında durup, suyun üstündeki böcekleri, ışığın kırılmasını falan hesaplayarak, doğru açıda su fışkırtıp suya düşüren ve yiyen balık var ya, işte o) gibi çok nadir canlı türlerine de ev sahipliği yapıyor.

Biz ise buraya gitmek için ne kadar sabırsızlansak da, yağmurlu hava yüzünden iki gün beklemek zorunda kaldık. Bu geziyi yapabileceğimiz tek uygun gün geldiğinde ise şansımız yaver gitti ve güneşli harika bir gün hediye etti bize doğa. Biz de o muhteşem güzellikleri parlak güneş altında tüm ihtişamıyla yaşayabildik. Yesil ve mavinin arasindan iki kucuk tekneyle ilerledik.


Bazi yerlerde deniz oyle durgundu ki, neresi gok, neresi deniz ayrimina varamadik. Yansimalar ruyada oldugumuz mesajini verip durdu beynimize.

Labirent gibi dizilmis adaciklarin arasinda kaptanimiz yolunu nasil buldu sasirdik. Tamamen kapali gibi gorunen yerlerde bile daracik gecis yollari bulup bizi cennet gibi koylara cikardi.

Bu koylardan birinde buz gibi bir tatli su kaynagina getirdi bizi ve tatil boyunca buldugumuz en tuzsuz suyla guzel birer dus aldik hepimiz.

Dustan sonra teknelerde piknik yaptik ve ogle yemegimizi yedik. Piknik sepetleri hazirlanirken catal bicagin unutulmus oldugu ortaya cikti. Tabii ki bu kucuk detay keyfimizi hic kacirmadi. Kaptan bazilarimiza karpuz kabugundan kasik yapti. Bazilarimiz karadan topladiklari dal parcalarini cubuk gibi kullanarak yedi yemegini, bazilarimiz elleriyle daldi pilava. Yemek yerken yanimizdan bir balikci gecti, bizim az once dus aldigimiz kaynaga gitti, su aldi, yikandi, belki o da yemek molasi verdi bizim gibi…

Buralara kadar gelip dalmamak olmaz. Hem snorkelle gezdik, hem de daldik.

Donus yolunda koylardan birine yerlesmis bir aile gorduk. Anne baba evin tepesinde kurutulacak baliklari ipe diziyor, cocuklar kumsalda oynuyordu.

Bir yerde durup bu kafataslarini gosterdi bize rehberimiz. Ikinci dunya savasindan kalma ve Japon askerlerine ait olduklari tahmin ediliyor. Denizin dibinde bulduklari bu kemikleri, yerli balikcilar saygi ifadesi olarak oradan cikarip, kayaliklara koymuslar.

Yine bu guzel adaciklarin arasindan suzulerek otelimize geri donduk. Butun gun suren, uzun bir geziydi, yine de bitsin istemedik. Bu guzellikleri iyice beynimize kazimak, icimize cekmek icin susup izledik sadece.

>Sardine Reef

>Ekvatorda hava saat 6 gibi kararmaya başlar. Bu yaz kış böyledir. Zaten yaz kış diye birşey yok ya, ıslak ve kuru mevsim var. Sabah 5’e doğru doğan güneş akşam 6 gibi batar senenin her günü. Vahşi doğada hayvanların avlanma saati genelde havanın yarı karanlık olduğu zamanlardır yani ya sabah gün doğarken, ya da akşam gün batımı öncesidir. Bu karada da, denizde de aynıdır.

Uçakla turladığımız gün ilk dalışı kaçırdığımız, ikinci dalışa da geç girdiğimiz için son dalışımız tam gün batımı öncesine geldi. Dalış noktamız Sardine Reef’e adını veren büyük sardalya sürüsü kafamızı suya sokar sokmaz karşıladı bizi. Büyük balık küçük balığı yer ya, sardalya sürüsü olan heryerde her türlü büyük balıkla karşılaşabileceğimizin bilinciyle gözlerimiz parladı sürüyü görünce. Resifi dolaşmaktan vazgeçip, sürünün olduğu yerde durmaya ve olacakları seyretmeye karar verdik. Akıntı biraz yoğun olduğundan ben kendime bir kaya arkası bulup, etrafı izlemeye koyuldum. Tunç ise mercanlardan büyülenmişti. Haksız da değildi aslında, orman gibiydi mercanlar. Ancak Tunc mutlu mesut, mercan fotoğrafı çekerken, arkada hareket başlamıştı. Kocaman akyaların, sinaritlerin ve orkinosların sardalya sürüsüne ve yanındaki akya sürüsüne dalışlar yapmaya başlamasına, gri resif köpeklabıklarının sürünün etrafında daireler çizmesine benim ısrarlı uyarılarıma rağmen kulak asmadı. Ta ki o sesi duyana kadar.

Hani sualtı belgesellerinde büyük balıkların ani hareketlerinde bir ses efekti kullanılır ya, bilir misiniz? Su altında hava regülatörün içinde haeket ederken çıkan sesi andırır ama daha derinden gelen, daha boğuk, ani ve kısa bir ses. İşte Tunç’un kafasını mercanlardan kaldırmasına bu ses sebep oldu. Birlikte dikkat kesilip sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştık. Anladık ki, orkinosun dev gövdesinin balık sürülerine jet hızıyla saldırırken çıkardığı ses bu. Derken göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zamanda orkinos inanılmaz bir hızla saldırarak bir adet akyayı kafa kısmından yedi, hemen arkadan gelen gri resif köpekbalığı da kıvrak ve hızlı bir hareketle diğer yarısını kaptı. Köpekbalığı akyayı kaptıktan sonra bir saniye durdu, gözgöze geldik ve arkasını dönüp gitti.

Gözlerimize inanamıyorduk. Daha önce köpekbalıklarının insanlar tarafından beslendiğini görmüştük ancak doğal olarak avlanmasına ilk kez şahit oluyorduk. Bütün bu anlattıklarım çok hızlı olup bittiği için hiçbirini görüntüleyemedik. Orada saatlerce kalıp bu sahneleri seyredebilirdik, ancak dalış saatlerimizin uyarısına kulak verip, dekoya girmeden sudan çıkmak üzere hareke geçtik. Sardine Reef’e başka dalış yapamadım ancak olur da bir daha Raja Ampat’a gidersem, yanımda mutlaka video kamera olacak ve bu noktaya en az 3-4 tane gün batımı dalışı yapacağım.

>Havadan Raja Ampat

>Kri Eco Resort’un sahibi Max Ammer’ı 18 yıl önce Raja Ampat’a getiren uçaklara olan tutkusu olmuş. Amacı ikinci Dünya Savaşından kalma uçak batıklarının ve karadaki kalıntılarının peşine düşmekmiş. Kendi ifadesine göre bu 18 yıl içinde karada ve denizde 350 civarında uçak kalıntısı bulmuş. Hatta biz oradayken de sualtında bir kalıntıyı arama bulma aşamasındaydı ve arama çalışmalarına katılmak isteyip istemediğimizi sormuştu. Henüz hiç açılmamış olan kokpitte karşılaşabileceğimiz muhtemel nahoş sahneler, uçağı bulamama olasılıkları yüzünden, aklımız kalsa da bu cennet köşedeki sayılı günlerimizi en verimli şekilde değerlendirmek için kibarca bu teklifi geri çevirdik. Nitekim, biz oradayken uçak hala bulunamamıştı.

Max’in bu uçak kalıntılarının, dalış yapılacak resiflerin, manta ve dugong gibi büyük hayvanların ve balık sürülerinin yerlerini tespit etmek için inanılmaz bir yöntemi var, uçarak havadan keşfetmek. Küçük bir maket deniz uçağı var ve bununla hem ekstra bir ücret karşılığı müşterilerini uçuruyor, hem de kendi başına keşif uçuşlarına çıkıyor.

Bizim aklımızda uçmak falan yoktu aslında. Ancak tatil sırasında doğum gününü kutlayan İlteriş’e 45 dakikalık uçuş hediye edince, Tunç da uçmaya karar verdi. Banim dalışa gitmememin tek sebebi ise dalış arkadaşlarımı beklemek ve onların uçakta fotoğraflarını çekmekti. Ancak onların uçaktan indikleri andaki yüz ifadelerini görünce ani bir kararla ben de uçmaya karar verdim ve Raja Ampat’ın güzelliklerini havadan görme imkanı bulmuş oldum. Dalış yaptığımız resifleri, ziyaret ettiğimiz köyleri, mantaları, papağan balığı sürülerini gördüm. Hatta kısa bir süreliğine kumandayı devralıp uçağı uçurdum. İşte havadan Raja Ampat: