>Kulak temizliginin onemi !

>Sualtina temizlik istasyonlari denilen noktalar vardir. Burada temizleyici kucuk canlilar, karidesler, kucukce baliklar, kendilerinden daha buyuk baliklari temizlemek icin beklerler. Buyuk baliklar buraya geldiklerinde kendilerini tamamen bu minik canlilarin ellerine birakirlar, karideslere dislerini, baliklara da yuzgeclerinin iclerindeki parazitleri temizlettirirler. Sualtinin bakim, guzellik ve saglik merkezleridir buralar. Temizlikci baliklar yuzgeclerini temizlerken, buyukler keyif icinde olduklari yerde salinir dururlar. Bu temizlik istasyonlarinin bazilari mantalar tarafindan da kullanilmaktadir ve mantalari sualtinda gorebileceginiz nadir noktalardir.

Raja Ampat’ta da mantalarin goruldugu bir temizlik istasyonunun varligindan hepimiz haberdardik. Bu zarif, karizmatik dev canlilari gormek zaten hemen hemen her dalgicin hayallerinden biridir. Kocaman kanatlarini yavasca cirparak ucarcasina suzulurler. Onlardan biriyle birkac saniyeligine goz goze gelmek bile, ne kadar zeki ve duyarli bir canliyla karsi karsiya oldugunuzu anlamaniza yeter. Bu dev melekler yaninizda daha uzun sure kalsin istiyorsaniz, hic hareket etmeden oldugunuz yerde durmaniz, onlari rahatsiz etmeden etrafinizda dolasip sizi incelemelerine ve sonra da temizliklerini yaptirmalarina izin vermeniz gerekir. Uzerine yuzerseniz, mantalari rahatsiz ederseniz, hemen ortadan kaybolup, siz grupca sudan cikana dek geri gelmezler. Mantalari takip etmek ayni zamanda tehlikleli de olabilir. Pesindeki garip canliyla oyun oynamak isteyen mantalarin dalgiclari cok tehlikleli yerlere suruklediklerine dair bazi hikayeler anlatilmaktadir. Hikayelerin dogrulugundan emin olmasam da, bu muhtesem canlilara saygi gostermek ve onlari rahatsiz etmemek adina takip etmemek gerektigine yurekten inaniyorum.

Manta dalisi yapacagimiz gun, hepimiz heyecan icinde birbirimize bunlari anlatiyorduk. Aman abi, ustune yuzmeyelim, aman rahatsiz etmeyelim, aman suyu bulandirmayalim ki guzel fotograflar cekilsin diye uyariyordu herkes birbirini. Sabahtan ilk dalisi mantalar orada olmadigi icin baska bir noktaya yapmak zorunda kaldik. Ikinci dalis icin tekrar ayni noktaya geldigimizde mantalarin orada oldugunu gorunce heyecanla suya atladik. Biz suya atlayinca once uzaklastilar. Biz de kum zeminde diz cokup sabirla onlari beklemeye basladik.

Ben beklerken oyalanmak icin minik bir mercan kayaligi buldum kendime, orada pigme denizati ararken bir temizlikci balik musallat oldu. Klasik temizlikci baliklardan daha buyuk ve farkli cinste oldugu icin once yuvasini koruyor sandim ama hareketleri teritoryal koruma davranislari kadar agresif degildi, o sadece gorevini yerine getirmek istiyordu, istasyona gelen buyuk canliyi temizlemekti tek amaci. Oradan uzaklastim ve baska bir kosede mantalari beklemeye basladim. Derken Tunc korkuyla kocaman olmus gozleriyle yanima gelip boyun bolgesinde herhangi bir terslik olup olmadigini sordu, birseylerin onu rahatsiz ettigini anlatmaya calisti. Regulatorunu, hortumlari, herseyi kontrol ettim, hersey yerli yerindeydi. Tekrar kayaligin yanina gittiginde gordum ki, o az once beni temizlemeye çalisan gokkusagi baligi bu kez Tunc’un kulak deliklerini temizleme cabasinda. Neyse Tunc durumu farketti de, uzaklasti oradan. Sonra bu kayanin basinda ve etrafinda bulunan butun grup, ben ve Alp haric, tek tek bu minik baligin temizleme girisimlerine maruz kaldilar. Temizlikci balik, pek baliga benzemeyen buyuk yaratiklarin yuzgeci en cok andiran yeri olarak kulaklari secmis, burayi temizlemek icin elinden geleni yapmisti.


Derken mantalar geldi, hepimizi kendimizden gecirdiler. Ancak dalis sonrasi mantalardan cok temizlikci balik konusuldu. En komigi ise arkadaslardan birinin diger bir arkadasin kulagina cubuk sokarak saka yapmaya calistigini sanmasi ve olayi anlayana dek bozuk atmasiydi. Olayi yasayanlarin anlattigina gore aci ve korku verici bir tecrubeymis. Temizlikci balik isirmiyormus, kulak deligine guclu bir vakum yaparak kulak zarini emiyormus gibi bir his yaratiyormus. Boylece bizim minik temizlikci balik, Raja Ampat sularindaki en korku verici yaratik olarak kendi dalis literaturumuzde yerini almis oldu.

Ilginc degil mi? Siz siz olun temizlik istasyonuna dalis yapacaksaniz ya kulaklarinizi kapatin yada guzelce temizleyin 🙂

Bu isini canla basla yapan temizlikci baligin resmini Alp’in sitesinden gorebilirsiniz.

>Raja Ampat’ta Dalış

>İtiraf ediyorum, dalışları anlatmaya nereden başlayacağımı bilemediğim için lafı uzattım durdum. Söyleyebileceğim tek şey şimdiye kadar böyle bir yere dalış yapmadığımdır. Bu kadar çok balık, bu kadar çok tür, bu kadar çok ve çeşitli mercanı bir arada görmedim. Daha önce daldığımız yerlerde de çok özel canlılar görmüştük ancak bunlar tek tüktü, yerleri belliydi hatta işaretliydi. Oysa Raja Ampat’ta herhangi bir dalışta bu çok özel canlılarla karşılaşmak sıradan bir şeydi . Bunun en tipik örneği olarak pigme denizatını verebilirim. Sıpadan’da pigme denizatı varsa bütün dalış liderleri yerini bilirdi, bu canlıyı görmek isteyenleri o belli dalış noktasında götürürdü. Oysa Raja Ampat’ta her dalışta pigme denizatı gördük, her dalışta! Hem de ne değişik türler, ne değişik renklerde. Mercanların ve büyük balık sürülerinin büyüsüne kapılan fotoğrafçıların çoğu geniş açısından gezi boyunca vazgeçemedi. Pigme denizatlarına olan tutkusu nedeniyle geniş açı imkanlarının bir kısmından feragat edip bu minik canlıların önünde dakikalarını harcayan Alp ise sadece en güzel pigme denizatı fotoğraflarını çekmekle kalmadı, bu canlıların her birinin türünü belirleyip kendi sitesinde yer verdi. Bu harika minik meleklerin neye benzediğini görmek için Alp’in sitesini bir ziyaret edin derim.

Dalışlarımız sürprizlerle, bir anda karşımıza çıkıveren canlı türleriyle, kocaman balık sürüleriyle dolu geçti. Bazı çok özel olaylara şahit olduk ki bunları da anlatacağım tabii ki ama daha sonra. Şimdi ben susuyorum, gördüklerimizi en güzel Tunç’un fotoğrafları anlatacak çünkü. Daha fazlası için buraya bir tık. İyi seyirler.


>Cennete ilk adım

>

Sorong’dan bindiğimiz tekne, çekilen sular yüzünden binbir güçlükle çıkabildiği denizde yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra bizi Kri Eco Resort’a getirdi. Teknenin minicik pencerelerinden, ıslanmayı göze alarak, bir an önce görmek için sabırsızlandığımız doğayı dikizleme çabalarımız üstümüzü başımızı ıslatan dalgalar ve tekne sarsıntıları yüzünden pek başarılı olamadı. İki gündür yolda olan Türkiye’den gelen arkadaşlar için yolculuğun bu son kısmı bitmek bilmedi. Havasız minicik tekne durduğunda herkes derin bir oh çekerek iskeleye çıktı.

Yine önce bir bavul derdine düşüldü. Bu dalgıç milletinin bagaj derdi bitmez, ayrı bir yazı konusu olur ya herkes dalış malzemesinin, fotoğraf ekipmanlarının tamamlandığını gördükten sonra rahat bir nefes alıp etrafına bakabildi ancak. Gökyüzüne uzanan kocaman ağaçlardan denize akan gözalıcı yeşil ve daha önce hiç duymadığımız kuş ötüşleri hepimizi büyüledi bir anda. Ağaçtan ağaca uçuşan kırmızı papağanlar, bizi karşılarcasına göğü renklendiren gökkuşağı da gördüklerimizin rüya olduğunu onaylıyordu sanki. O anda ormandan bir ünikorn çıksa ve gelip önüme konsa şaşırmazdım. Geride bıraktığım beton yığınından sonra burası sihirli bir dünyaydı. Herşey olabilirdi, çok güzel şeyler görecek, harika şeyler yaşayacaktık, her halinden belliydi, bu çok özel bir tatil olacaktı.

Kalacağımız tesis, iskeleler üzerine kurulmuş Papua tarzı klubelerden oluşuyordu. İskeleler ve klubelerin dışındaki bütün zemin orjinal haliyle yani bembeyaz, incecik mercan kumu olarak bırakılmış, etraf yıllar içinde denizden çıkan, karaya vuran balina kemikleri, dev istridye kabukları ve irili ufaklı bir çok enfes deniz kabuğuyla süslenmişti. Ayaklarımız sürekli ıslak ve kumlu olacaktı bir hafta boyunca. O muhteşem deniz suyu ve kumu bir yıl, hatta belki bir ömür boyu biriktirdiğimiz negatif elektriği alacak ve bizi yenileyecekti.

Odaların içinin fotoğrafını çekmediğim için çok pişmanım. Odada modern dünyaya ait yegane eşyalar bir adet elektrikli fan ve bir adet ampuldu. Bütün mekan bambu ve tahtadan, sarmaşıkları ip, palmiye ve muz yapraklarını çatı kaplaması şeklinde kullanarak yapılmıştı. Metal çivi sadece yer zemininde kullanılmıştı, onun dışındaki bütün mesnetler, bağlantılar doğal yöntemlerle yapılmıştı. Oda çok büyük değildi, cibinlikle sivrisineklerden korunan bir yatak, iki küçük masa ve tahta askılardan ibaretti. Okyanusa bakan taraftaki hamak, benim öğle yemeği sonrası, üçüncü dalış öncesi uyuklama mekanm olacaktı. Odalarımıza yerleşmemiz çok uzun süremedi. Bir hafta boyunca hiç kullanmayacağımız ayakkabılarımızı ve pantalonlarımızı bir köşeye atıp, terlikleri ve şortları çekip gün batımını izlemeye iskeleye koşturduk. Muhteşem gün batımının ve içinde bulunduğumuz güzelliğin sarhoşluğu içinde ertesi gün başlayacak dalışarın hayallerine daldık grupça.

Duzeltme: Sevgili Aziz’in cektigi oda fotograflariyla bu eksigi kapatiyorum. Iste odanin ici:

>Şok Terapisi: Sorong

>Sorong, tüketen dünyanın insanlarına (yoksa dünyayı tüketen insanlara mı demeliyim?) şok terapisi yapmak için seçilebilecek ideal yerlerden biri. Dünyada, ve hatta Endonezya’da buradan çok daha fakir yerler var tabii ki, ancak kademeli bir şekilde göz açmak için birebir Sorong. Uçaktan inip toprak yoldan havalimanına yürürken, o kapının ardında seni nelerin beklediğini tahmin etmek pek mümkün değil.

Sorong havalimanı eski püskü, minicik bir bina. Uçaktan inmeden önce son gördüğümüz yer olan Makassar havalimanının modern, temiz, aydınlık, ferah ortamından sonra Sorong havalimanının sıcak, sigara dumanlı havası insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor. Evet, Sorong havalimanında sigara içmek serbest, herkesin elinde bir sigara var. Zaten havalimanının ‘geliş’ kısmı bir odadan ibaret. Bavullar duvarda açılmış büyükçe bir delikten içeri elle veriliyor tek tek. İçeri giren bavulun bagaj numarasını bağırıyor birileri, gidip alıyorsunuz. Aslında içeride yolcudan çok bagaj taşıyıcı olduğu için bavullara elinizi bile sürmüyorsunuz. 3-5 bin Rupiah karşılığı bavullar gitmesi gereken yere gidiveriyor.

İnsanların görüntüsü Java’da çok farklı. Makassar’da koyulaşmaya başladığını gözlemlediğimiz ten renkleri Sorong’da iyice kararıyor. Boylar kısalıp, yüz hatları bambaşka bir şekle bürünüyor. Saçlar kıvır kıvır, burası gerçekten de Ilhos Dos Papuas. Daha utangaçlar sanki Java’lılardan, gözlerini kaçırıveriyorlar hemen. İnsanın içini ısıtan gülen gözler, kocaman gülümsemeler burada da baki.

Havalimanında bizi gideceğimiz tesisin görevlisi bir bayan karşılıyor. Bavullarımızı toparladıktan sonra arabalara doluşup, bizi adaya götürecek tekneye binmek üzere limana gidiyoruz. Limana varana dek nerede olduğumuzu çok net algılayamıyoruz. Dünyanın bir ucunda, sıradan, fakir bir kasaba görüntüsünde herşey, olağan dışı birşey yok. Arabalar dar bir toprak yolun sonunda duruyor ve bize arabadan inmemiz söyleniyor. Görünürde deniz falan yok, köyün ortasında duruyor gibiyiz, yine de iniyoruz. Bir anda etrafımızı 4-5 tane çocuk sarıveriyor. Öyle güzeller, öyle canayakınlar ki hayran oluyoruz her birine ayrı ayrı. Fotoğraflarını çekip makinedeki görüntülerini kendilerine gösteriyorum, çok hoşlarına gidiyor.

Çocuklardan ayrılmak zor ama limana gitmemiz söyleniyor, biz de ağaçların arasından yürüyoruz. Neyse ki çocuklar da bizimle geliyor. Liman denilen şey uzun, ince bir koyda, tahtadan, derme çatma bir iskele. Ancak iskelenin ucuna yürüyüp karaya baktığımızda nasıl bir yerde olduğumuzu anlayabiliyoruz. Biz, çocukların çıplak ayakla ve yırtık giysilerle gezdiği, çekilen denizin kıyıya atılan bütün çöleri ve lağımı geri kustuğu, balıkçıların kayığını karaya çekmek için dizlerine kadar bu pis çamura girdiği, tuvaletlerin deniz kenarında, sular yükseldiğinde üstünde, yerden 2-3 metre yüksekliğinde altı açık barakalar olduğu ve bu tuvaletlerin altında domuzların beslendiği, derme çatma baraka görünümündeki evlerin önünde renkli papağanlar olan bir yerdeydik.
Gördüklerimi hazmetmeye çalışırken beni uzakan izleyen çocuklarla gözgöze geldiğimde bana bu güzel pozu verdiler. Hepsini kucaklayıp götüresim geldi. Anlaşılan böyle hisseden bir tek ben değildim.

>Raja Ampat Heyecani

>Gecen sene birlikte Sipadan’a gittigimiz arkadaslarin bu sene Raja Ampat’a gitmek istediklerini ogrendigimde, ne yapip edip iznimi o tarihlere ayarlamam gerektigine karar vermistim. Tunc yaninda misafiri oldugunda hep stresli, yorgun, endiseli olur. Hersey yolunda gitsin, guvenli, konforlu ve keyifli dalislar yapilsin, herkes istedigi fotografi cekebilsin, tatilin tadi damaklarda uzun sure kalsin diye surekli didinir durur. Hele de gidilen yer Raja Ampat gibi, dalis acisindan zorluk derecesi biraz daha yuksek bir yer olunca, stresinden cekilmez olur diye dusunuyordum ben. Ancak Sipadan grubumuz oyle tatli, uyumlu, kafadengi ve dalis becerileri ileri seviyede bir gruptu ki, onlarla gidilen bir turda olmanin hem benim, hem de Tunc icin daha keyifli olacagini dusunmustum ki, kesinlikle hakliymisim.

Arkadaslarimiz Endonezya’ya geldikleri ilk gunu Jakarta’da gecirdiler. Onlarla ve buradaki diger arkadaslarimizla birlikte bizde yemek yedik. Ertesi gun yola cikacak herkes heyecan icindeydi. Belli ki herbiri arastirmasini yapmis, belki butun yil boyunca oranin hayalini kurmustu ve ertesi gun gidecegimiz yerin ne kadar ozel ve heyecan verici oldugunun farkindaydi. O kuslar gibi hafif gecede, yatmadan once alacagimiz duslarin, geri donene dek, tatli su altinda alacagimiz son dus oldugunu bilmiyorduk tabii ki. Hatta bazilarimiz (ben) hevesle dus jelleri, sac sampuanlari, sac kremleri, sac joleleri almisti yanina. Oysa ki bir hafta boyunca tuzlu ve islak gezecektik, ama bilmiyorduk daha.

Umumi tuvaletler konusunda sorunlu biri olarak, beni en cok dusunduren konu odalarda tuvalet olmamasiydi. Tunc’un anlattigina gore tuvaletler odalarin disindaydi ve iki odaya bir tuvalet ve banyo dusecek sekildeydi, luks degildi ama temiz tutuluyordu. Banyolarda ise dus yoktu, Endonezya’da “mandi” denilen turden bir banyo vardi. Mandilerde banyonun bir kosesinde yaklasik 1, 3 metre boyunda, taban alani da 80cmX80cm civarinda olan bir su havuzu bulunuyor. Bu havuz suyla doldurulup, masrapayla su dokunme seklinde banyo yapilabiliyor. Bu anlatilanlar benim hic kafama yatmamisti, yanima bol bol antiseptik gel ve kozet kagidi almayi ihmal etmesem de, icten ice en buyuk derdim buydu. Tuvalet endisemin bu kadar bariz oldugunu ancak, Raja Ampat’a gidip eve her telefon edisimde Lara ilk once “anne, tuvalet buldun mu orada?” diye sordugunda anladim.

Herkesin endiseleri farkliydi tabii ki. Tunc’u gunlerce uykusuz birakan konu da Merpati havayollariyla ucacak olmamiz ve Sorong havalimaninin kotu sartlariydi. Ben ucaklardan anlamam, benim kriterim temizligi ve rahatligidir ki, gercekten de son bindigimiz Makassar-Sorong ucagi, koltuk aralarina yapistirilmis sakizlar, pirinc dokuntuleriyle dolu koltuklari ile simdiye dek bindigim en pis ucakti. Ancak Sorong’a inerken Tunc, „aaa, pisti isiklandirmislar, harika!“ diye sasirinca, isiksiz bir pist olabilecegini dusunemedigim icin onceki endiselerine hak verdim. Neyse ki, Garuda Havayollarinin yakinda Sorong’a ucacagini ogrendik ve bir daha geldigimizde Garuda ile ucabilecegimiz ihtimaline sevindik. Cocuklari bile getirirdik belki o zaman.

Arkadaslarimizdan bazilari yeni aldiklari kameralar ve housingleri ile ilgili endiseliydi. Housing su alacak miydi, kameralar sorunsuz calisacak miydi suyun altinda? Nitekim, bir housing su alarak bir adet yepyeni kameranin cope gitmesine sebep olunca, bu endiselerin de gayet yerinde oldugu anlasildi ilerleyen gunlerde. Bir arkadasimiz ise, gelmeden bir hafta once cok ciddi bir kulak iltahabi gecirmisti, hatta hala da gecirmekteydi. Kulagi acilacak miydi, dalabilecek miydi? Ya akintilar? Cok mu siddetliydi? Herkes kimde hangi guvenlik gerecinin oldugunu sorup ogreniyordu endise icinde. Kimde duduk, kimde isaret sosisi, kimde akinti kancasi vardi? Peki ya sivrisinekler? Nasil korunacaktik da sitma olmadan donecektik evimize? Ya bocekler? Saka degil ya yagmur ormaninin kiyisinda kalacaktik. Ya telefon sorununu nasil halledecektik? Ailelerle nasil haberlesilecekti? Gercekten Tunc’un dedigi gibi, sadece iskeledeki sagdan ikinci koltuktan mi telefon edebilecektik? Bu koltuk kac kisi alirdi ayni anda? Eger sadece Indosat cekiyorsa, yeteri kadar Indosat kontorumuz var miydi?

O gece herkes kafasinda bir suru soru isaretiyle ama heyecan icinde ayrildi birbirinden. Bazilari hic uyumadi, benim gibi uykucular ise kisa bir uyku cekip, sabahin 3’unde zar zor uyanip havalimanina dogru yola cikti. Macera basliyordu.