anti-aging careleri

Siz suyunuza limon mu atiyorsunuz, yuzunuze icindekileri telaffuz edemediginiz kremler mi suruyorsunuz bilmem. Ben artik hicbirsey yapmayacagim. Cunku Arda gecen gun gelecekle ilgili planlarini benimle paylasarak butun yaslanma sorularini cevapladi. Buyuyunce ya zaman makinasi yada bir ilac yapacakmis. Ben 90 yasima geldigimde bir sekilde beni tekrar 41 yasima geri gonderecekmis. Ya zaman makinesi ile, yada ilacla. Artik hangisi daha uygun olur, buyudugunde karar verecek. ooh be !

ortaya karisik

confused

Inanmiyorum, en son acilisi yazmisim. Oysa sonra otelde Noel kutladik, Yeni Yili kutladik. Neler neler oldu…

Ne kadar uzun zamandir yazmadigimi, hatta buralara ugramadigimi bugun reader’i actigimda farkettim. Amacim yazmak degildi gene yani, bugun eskiden beri okudugum bloglari, yasamlarina gunluk dozlarda kisa sure dahil oldugum eski arkadaslarimi ozledim. Sabah yoga yaparken, kahvaltida kuru uzumleri kavanozdan cikarirken, giyinirken,ortaliga dagilmis legolari toplarken, cocuklari okula gondeririken hep birileri geldi aklima. Sevgilerimi yolladim hepsine ve ne kadar ozledigimi farkettim.

Neden yazmiyorum? Bahane cok, ama ozeti kafam karisik. Oyle karisik ki, butun hayatima yansiyor bu kaos. Dolabim, evim, odam, hayatim karmakarisik. Bir gun Bali’den ev bakiyorum, hangi esyalari gotururum, hangilerini dagitirim diye hesap yapiyorum. Ertesi gun, bazi esyalari Papua’ya, otele gonderiyorum, home schooling sitelerine uye oluyorum, gene tasinma listeleri yapiyorum. Sonraki gun, Jakarta’da kalma plani yapiyorum. Bir gun, cocuklarin egitimi konusunda kendi kendime vidi vidi yapiyorum, ertesi gun hic umurumda olmuyor, cunku benim icin onemli olanin mutlu cocuklar yetistirmek oldugunu hatirliyorum.

Boyle iste. Karisik kafa, yogun, cok ama cok yogun gecen gunler buradan uzak tutuyor beni. Oyle yogun ki, sabah kalkip otelle ilgili mailleri cevapliyorum, spor yapiyorum, iki hafta once sokakta olmek uzere buldugumuz minik kedi Limon’u besliyorum. Cocuklari uyandiriyorum, kahvalti ediyoruz, onlari okula gonderiyorum, dus, giyinme ve Jakarta’nin vahsi trafigine kendimi birakiyorum. Ofis yogun, fabrika ziyaretleri, toplantilar, sunumlar,falan filan derken gun geciyor. Cocuklarin odevleri, okul aktiviteleri, aksam yemegi derken onlarin yatma saati geliyor. Cocuklar uyuyunca gene otelin isleri basliyor. Brosurler, dergilerle yazismalar, butun rezervasyonlar, ucak biletleri, acentalar, bireysel talepler, otelin eksik kalan perdeleri, biten t-shirtler, azalan sarap stoklari, basilmasi gereken takvimler, Sorong’da bulunamayan bilimum sey (oksijen tupunden, fiber kanoya kadar) bizim evden yukleniyor.  Aslinda esas bu zamanlarda bana en iyi gelecek yer burasi ya, girdaba kapilinca cikisi goremiyor insan her zaman.

Cumartesi gunu, dogum gunum serefine bu cilgin tempoya bir gunluk ara verecegim. Tek basima sayilabilecek sekilde gecirecegim ilk dogum gunum olacak. Sadece cocuklar ve ben. Onlar zaten farkina varmayacak buyuk ihtimalle, cunku onlarin cocuk dunyasinda gunlerin onemi yok. O gun hic bir is yapmayacagim, simdiden duyuruyorum, kimse benden birsey istemesin. Butun gunu kendime ayiracagim, bilgisayari hic acmayacagim. Mailleri okumayacagim.  Sabahtan yoga, cikista masaj ve spa’da hafif bir yemek, sonrasinda da kendime hediye almak icin alisveris planim var.

Acildik !

Aylar once, daha onceden sadece ismen tanidigimiz, Sisli Sualti Sporlari Klubu‘nun sahibi Ihsan Bey, Kurban Bayrami icin 22 kisilik rezervasyon yapmak istemisti. O zaman daha odalarin yerinde kaziklar vardi. Kendimiz bile Ekim’e kadar neyi yetistirebiliriz emin degildik. Ancak Ihsan Bey, bize bizim kendimize inandigimizdan daha cok guvenmisti. Bu isi yapabilecegimize, oteli yetistirip, grubunu basarili bir sekilde agirlayabilecegimize inanmisti. Oturup durum degerlendirmesi yapip, cokca da risk alarak teklifini kabul ettik.

Aradan gecen zaman asiri yogun, oldukca stresliydi. Bazan isler tahminimizden hizli ilerledi, umitlendik, bazi zamanlar malzeme bulamadik, iscilerimiz koydeki dugun yuzunden bir hafta ortalikta gorunmedi. Iste o zamanlar umitsizlik, panik ve yorgunluk arasinda durumu kurtarmak icin cozumler bulmaya calistik. Tarih yaklastikca hepimiz asiri bir yogunluk icinde birseylerin ucundan tutmaya calisiyorduk. Yuzde yuz dolulukla acilisi yapmanin zorlugunu bastan biliyorduk ama son aylarda, umitsizlige kapilip, verdigimiz karardan pismanlik duydugumuz zamanlar oldu. Isler biraz yoluna girdiginde ise, boyle keskin bir hedefle baslangic yapmanin, bir anda butun oteli isler hale getirmenin ne kadar avantajli ve dogru oldugunu konusup kendimizi motive etmeye calisiyorduk.

Derken buyuk gun geldi catti. Grup adaya oglen ayak basacakti. Sabahtan 11 odanin her birine 6’sar kez girdim ciktim. Her seferinde bir eksik tamamlandi. Ilk grubumuzu karsilamalari icin koylulerden yardim istedik. Ilk tekne denizde gorundugunde, ben onuncu odanin havlularini yerlestiriyordum. Iskeleye yoneldigimde koyluler davullari calmaya baslamisti bile. Kendi imkanlariyla tahtalara pirinc cuvallarini gererek yaptiklari davullari ve flutleri oyle guzel caliyorlardi ki, o an bana dunyanin en guzel muzigi gibi geldi.

Tekne yanasip ilk grubumuz iskeleye ayak bastiginda, gozyaslarima hakim olamadim. Onca emegin sonunda, hedefimize ulasmistik. Adim adim her hali gozumun onunden gecti. Ilk goruste asik oldugumuz o issiz kumsal, direklerin birer birer denize cakilmasi, santiyemiz, okyanusun ortasinda koy koy dolasip tahta arayisimiz, catilarin dantel gibi tek tek orulusu, rattan iplerini hazirlayan yorgun eller… Burada 23 kisinin birden bulunmasi, odalarda yasanmasi, restoranda yemek yenilip sohbet edilmesi cok uzak bir ruyaydi hepimiz icin. Ruyamiz gerceklesmisti sonunda.

Ihsan Bey’in grubu hala bizimle. Bizim icin hep cok ozel olacaklar. Henuz biz bile neler olacagindan emin degilken bize inanip, guvendikleri icin, onumuze hedef koyup oteli Ekim 2013’te resmen isler hale getirmemize onayak olduklari icin kalbimizde hep ozel bir yere sahip olacaklar. Ufak tefek eksiklerimizi hosgorup, bizlere verdikleri maddi, manevi her turlu destek icin hepsine mutesekkiriz.

Yobaz

Her turlu yobaza karsi gayet guclu negatif hislerim var. Hristiyan, fasist, milliyetci, musluman, budist, hindu, vegan, asi karsiti, cevreci, inancin adinin ne oldugunun onemi yok. Herhangi bir felsefe yada inanci koru korune benimseyen, artik mantikli dusunemeyen, her soylenene inanip kolayca alevlenen, fevri ve mantiksiz hareket eden herkese sinir oluyorum. Ama oyle boyle degil, cok ama cok sinir oluyorum. Ataturk’e laf soyledi diye birilerini dovene de, bir kitapta yaziyor diye kertenkele oldurmek sevap diyene de, cocuguna asi yaptirdi diye birilerine sozle saldirana da, et yiyor diye asiri tepki verenlere de, hepsine kilim. Bana gore hepsi yobaz.

Yobazlarin hepsine ayni derecede sinir olmuyorum tabii ki. Yobazligi yuzunden cinayet isleyenler, diger insanlarin ozgurluklerini kisitlamak isteyenler, az sevilenler listemin en basinda yer aliyor. Insanlarin bu yobazlar tarafindan oldurulmeleri cok agirima gidiyor ve birbirlerine saygi gostermemeleri beni cidden deli ediyor. Bu konular beni cok rahatsiz ettigi icin, ustunde pek yazmamaya, konusmamaya calisiyorum. Ama dun oyle traji-komik bir sey oldu ki, yazmadan duramayacagim.

Pakistan’da bir fabrika sahibi, iki tane t-shirt’u uretmeyi, ustundeki baskilar dini inanclarina ters dusuyor diye reddetti. Baskilari henuz magazalara cikmadigi icin paylasamiyorum ama ayni ahlaksizlik derecesinde baska gorseller buldum, asagiya ekliyorum. Buldugum resimlerin bizim dizaynlarla alakasi yok, sadece ahlaksizlik dereceleri benzer.  Birinde bira resmi var, digerinde de bir genc kiz resmi. Ve diger tarafta bira sisesini ve basi acik bir genc kizin resmini dahi gormeye tahamul edemeyen, orumcek aglariyla kapli bir beyin. Oyle ki, ticari anlamda isletmesi icin onemli bir is imkanini elinin tersiyle itiyor. O fabrikada calisan binlerce kisinin ekmegiyle oynuyor belki. Bunu din adina yapiyor, onun elinden ekmek yiyen binlerce insani dusunmuyor bile.Belki tanrisi adina boyle bir fedakarlik yaptigi icin hesabina bayagi bir sevap gectigini dusunup, hem kendiyle gurur duyuyordur, hem de seviniyordur. ” O kafirlerin mallarini yapmadim, cenette huriler cepte” diye de hesaplara girmistir belki.

beer zengirl

Bu tepkide ciddi bir celiski var aslinda. Madem boyle bir inancin var, fabrikani ahlaksiz tekstil urunlerine alet etmek istemiyorsun, o zaman bayanlar icin t-shirt, sort, pantalon gibi giysileri de kabul etme. Zira bu tur ahlaksiz seyleri uretince, dunyanin diger ucundaki kadinlarin ahlaksizligina katkida bulunuyorsun. Belki hamile bir kadin, artik pantalonlarinin hic biri olmadigi icin, senin urettigin tayti giyiyor. Karnini gostere gostere, hatta beyi de yaninda olmadan, sokaklarda geziyor.  Belki bir kadin senin urettigin kisa kollu bluzu satin aliyor. Sonra hasta cocuklari, daha az imkana sahip insanlari iyilestirmek icin Afrika’ya gidiyor. Ve bir gun, senin kafandaki baska gozu donmusler, carsaf giymiyor diye o kizi olduruyor.

Mantiksiz, anlamsiz, sacma isler. Zaten oyle bir inancin da mantigi yok. Madem bir tanriya inaniyorsun koru korune, onun yarattigi baska bir yaratigi nasil onun yarattigi sekilde kabul etmezsin? O koru korune tapindigin tanrinin eserini hatali  buluyorsun, degistirmeye calisiyorsun, sacini bacagini gormek istemiyorsun. Kendi tanrinla celiskiye dusuyorsun da, farkina bile varmiyorsun. Gostermelik, derinligi olmayan, dayanagini gercekten de hic anlamadigim isler bunlar.  

Insanligin alacagi daha cok yol var.  O olgunluga topluca ulasamadan, soyumuz tukenip gidecek diye endiseleniyorum.

Arda Yavuzdogan kimdir?

Arda’nin yeni ogretmeni, birinci sinifin ilk haftasi hedefinin, sinifta butunluk olusturmak, cocuklarin birbirlerini mumkun oldugunca cok tanimasini saglamak oldugunu soyledi. Dun cocuklara birer “me bag” yani “ben cantasi” vermis. Bunun ustunu okulda suslemisler. Aksam, evde kendilerini en iyi anlatan 5-6 objeyi icine koyup ertesi gun tekrar okula goturmek uzere eve geldi bu canta.

Arda cantanin ustune Papua Explorers’i ve iskelede kendini cizmis. “Me bag” yerine de “me bay” yazmis. Yani “ben cantasi” olmus “ben koyu”. Bilincli mi yazdi yoksa hata mi emin degilim, tesadufse cok ilginc. Cantanin icine ise sunlari koydu:
– yuzme madalyasi
– bir adet deniz kabugu
– oyuncak kutusundan yaptigi minik ev
– Turk bayragi
– bocek kitabi

Seni seviyorum Arda Yavuzdogan !

20130816-073040.jpg

issiz bir adada cocuklarla tatil

Issiz ada dedigime bakmayin, o kadar da issiz degil. Benzin oldugu surece dis dunya ile iliskimiz var. Jenerator calistigi surece internetimiz, tekneler gidebildigi kadar ulasimimiz var. Zaten yan koye yuruyerek gecebiliyoruz. Ama modern dunyanin nimetleri yok. Televizyon yok, alisveris merkezleri, sinemalar, oyuncaklar yok. Peki boyle bir yerde iki cocukla uc hafta boyunca ne yaptim? Biraz on hazirlikla inanilmaz keyifli, kesif dolu gunler gecirdik. Zaten ilk iki hafta dort cocuktular. Baran Abi’leri ve Alisha vardi.

Uzunca bir vakit gecirecegimiz icin, daha gitmeden kara kara dusunmeye baslamistim onlari nasil mesgul edebilecegimi. Ikisi icin de, kendi seviyelerinde matematik ve yazma alistirmalari basmistim. Raja Ampat’ta gel git cok yogun yasaniyor ve gozlenebiliyor. O yuzden gitmeden once basitce gunes sistemi, ay ve ayin cekim gucunun denizleri nasil etkiledigine dair egitici videolar seyrettik, konustuk, hatta dans ederek kim kimin etrafinda donuyor diye temsili canlandirdik. Ayin hallerini not edebilmeleri icin bos kagitlar bastim gitmeden once. Tropik kus ve bitki kitaplarimizi da bavula koymayi unutmadim. Kus gozlemi icin onlarin rahat kullanabilecegi kucuk bir durbun ve gece yuruyusleri icin kafaya takilabilen fenerler aldik. Mayolar, deniz gozlukleri ve paletleri de alinca hazirliklarimiz tamamlanmis oldu.

Adaya ilk varisimiz ogleden sonrayi bulmustu. Cocuklar uzun zamandir ballandir ballandira anlattigimiz dogayi kesfetmek icin sabirsizlaniyorlardi. Biraz sakinlesmeleri icin Tunc, yemek sonrasi onlari macera yuruyusune cikarma sozu verdi. Bu vaatle yemekler hapur hupur yendi. Yemek sonrasi kafa fenerlerini dagittik ve ormanin kenarinda yuruyuse ciktik. Buyuk, kucuk buldugu her canliyi yepyeni bir kesifmis gibi anlatti cocuklara Tunc. Minik bir yengeci dakikalarca inceleyip, pesinden kosturdular. Agaclari, orkideleri, kertenkeleleri incelediler. Karanlikta yagmur ormaninda dolasan Jones ve Lara Croft’tu onlar.

Daha sonraki gunler bu macera yuruyusleri geleneksellesti. Cocuklar her sabah Tunc’a “Bugunku maceramiz ne?” diye sorar oldular. Orman yuruyuslerine alternatif olarak gece karanliginda parildayan planktonlari gozleme isini ekledik macera listemize. Iskelenin en alcak yeri, sular yukseldiginde bilek hizasina kadar su altinda kaliyor. Gece zifiri karanlikta burada ayakta durup sulari elleriyle hareket ettirdiklerinde plantonlarin piril piril parladigini gorduler. Gecenin gec bir saati suyla oynamak da ayri bir zevk tabii.

Ikinci haftanin basinda, guneslenme guvertesine uc tane hamak kurduk. Dort cocuk ve uc hamak once biraz anlasmazliga, sonra bol kahkahali oyunlara sebep oldu. Ara ara ilgi odaklarina gore gruplasmalar olsa da, genel olarak iletisimleri gayet saglikliydi.

Gunduzleri mumkun oldugunca tekne gezilerine goturmeye calistik. Ancak islerimiz ve hava musait olmadiginda iskeleden yuzduk. Yuzme saatlerini hava ve akinti durumuna gore ayarlamamiz gerektigi icin basit hava tahmini konusunda bayagi bir tecrube kazandilar. Gel ve git arasinda akintilarin yogun oldugunu, en alcak ve en yuksek zamanlarin yuzmek icin ideal oldugunu ogrendiler. I-phone’un gel-git aplikasyonunu kullanarak yuzme saatlerimizi planladik. Ayrica bu tur acik denizlerde uyulmasi gereken basit guvenlik kurallarini ve dalis (yada yuzme) planlamayi da ogrenmis oldular. Akinti ipinin onemi, yuzmeye akintiya karsi baslayip, akintiya kendini birakarak geri donmeyi yasarayak ogrendiler.

Iskelenin alti ve cevresi cok canli. Raja Ampat sulari zaten dunyanin en zengin denizleri. O yuzden cok ama cok fazla deniz canlisi gorduler. Baliklarin isimleri ve yavas yavas ailelerine giris yaptik. Tas baligi, iskorpit ve aslan baliginin ayni aileden olduklarini, Marron Clownfish’in diger anemon baliklarindan farkli bir aileden oldugunu ogrendiler. Mercanlarin yumusak ve sert olanlarini bakarak ayirdetmeyi ve en onemlisi, hicbir mercanin ellenmemesi gerektigini ogrendiler. Kaplumbaga, ahtapot, muren, papagan baligi gibi buyuk canlilari gormek onlari cok heyecanlandirdi.

Yuzmedikleri zamanlarda vakitlerinin cogunu yengec ve bocek pesinde gecirdiler. Ozellikle Arda, yengecleri ve bocekleri eline almaya bayiliyor. Onlara zarar vermeden, konusa konusa elinde gezdirdi herbirini. Minicik bebek yengecler, kabugu dar gelip daha buyuk kabuk bulmak uzere ciplak bir sekilde yola cikmis yengecler, dunyanin en guzel evine sahip cici bici yengecler buldular. Arda’nin cekirge ilgisi iyice tavan yapti, ormana dalip dalip cekirge bulmaya calisti. Ilk hafta agaclardan sarkan tirtillar ve kozalar, son hafta kelebege donustu. Rengarenk, koskocaman kelebekleri gozlediler, ellerine cicek alip cicek taklidi yapip, kelebeklerin ustlerine konmasini saglamaya calistilar.IMG_4524

Kus gozlemi yeteri kadar yapamadik diye dusunurken, arka taraftaki agaclardan birine kirmizi yanakli, dev bir kara papagan dadandi. Onlarin elinde durbun, bizde fotograf makinasi, bu kusun pesinde kostururken, kus gozleminin tadini da aldilar. Sabahlari ucusan papagan surulerini, kahkaha atan bet sesli kargayi, kartallari gormeye basladirlar. Baykusun sesini duydular. Aksam balkonda unuttugumuz muzlari yiyen yarasayi gormeye calistilar. Gece kuslarindan konustuk, neden kocaman gozlu olduklarindan, neler yediklerinden bahsettik.

Bulutsuz gecelerde gokyuzunu seyrettik. Samanyolu’nu bembeyaz bir serit gibi gorduk. Tunc onlara Guney yarimkure’de yildizlarin nasil Kuzey’den farkli gorundugunu ve bulundugumuz yerden galaksinin merkezine baktigimizi anlatti.

Ruzgar Guney’den esip, bize serin hava ve yagmur getirdiginde cocuklar yine herseyin en cok tadini cikaranlar oldular. Semsiye ve yagmurluklari kapip yagmur altinda dolasmaya bayildilar. Ozetle, her anin doya doya tadini cikardilar. Hem eglensinler, hem dogayi sevsinler hem de birseyler ogrensiler istiyordum. Hepsi de gerceklesti.arda in rain
Tatilin en caprici anisi ise benim icin bambaska bir seydi. Iscilerden biri bir gun bir cuscus yavrusu yakalayip bize getirdi. Cocuklar once cok heyecanlandilar. Ancak adamin hayvani bir kutuya koydugunu gorunce bakislari degisti. Adam hayvani evcillestirip otelin maskotu yapmak istiyormus meger. Lara’nin koca gozlerinde yaslar parlamaya basladi. “Ama Papua Explorers hayvanlari tutsak yapmaz, hayvanlari kurtarir, yardim eder. Bizim bu hayvani serbest birakmamiz gerekir” diye karsi cikti duruma. Adama derdimizi anlatamadik. Baktim cok uzuluyorlar, “uzulmeyin, gerekirse gece herkes uyurken gizlice serbest birakiriz” dedim. Bu sefer Arda ve Baran karsi cikti bu fikre. “Adam uzulebilir yada kizabilir” dediler. Sonunda Tunc hayvani serbest biraktirdi da, cocuklar rahatladi. Onlarin duyarliliklari, boyle bir bilinc seviyesine ulasmis olmalarini gormek beni cok etkiledi.

Ruya gibi gecti gitti zaman. Daha anlatacak cok hikaye var, yavas yavas, zaman buldukca yazacagim.

Ruya

Iki haftadir otelimizde kaliyoruz. Pinterest’te isaretleyip durdugum resimlerden birinde yasiyoruz adeta. Hayal kurarken birden icine dusuvermis olmaliyim, ruyama elimle dokunabiliyorum cunku. Yaklasik bir yildir bu ruyayi gerceklestirmek icin biz destegimizi uzaktan verdik hep, olani biteni, gelismeleri masal gibi dinledik. Simdi herseyi kendi gozlerimle gorunce, gorduklerim mucizevi bir sekilde buraya bizler icin kondurulmus gibi geliyor.

Hala hersey tam degil, restoran ve dalis merkezi insaati devam ediyor. Mutfak personeli ilk kez bizimle misafir agirlamayi deneyimliyor. Onlari su anda hayal edemedikleri bir duruma hazirlamaya calisiyoruz, heyecanla, merakla ogreniyorlar. Odalari susleyip, dekore ediyoruz yavas yavas. Cok begenerek aldigimiz objelerin bir araya gelip, dort duvara hayat verisine sahit oluyoruz. Oyle heyecan verici ki. Burayi bitmis, ici misafirlerle dolu hayal ettigimde karnimda kelebekler ucusuyor.

Doga herseye hakim. Dogaya teslim olup, gunleri onun akisinda yasamayi ogreniyoruz hepimiz. Yaklasan firtinayi onceden gorebilmeyi ve duyabilmeyi, bulutlari okumayi, ayi ve gelgitleri takip etmeyi, baliklara bakarak akintilari gormeyi ogreniyoruz.

Butun bunlarin tadini en cok cocuklar cikariyor. Gunesli gunlerde denizde egleniyorlar. Iskeleye kurdugumuz iki hamakta gunun her saati keyif yapiyorlar. En cok dogaya uyum saglayan ve her anindan keyif alan ise Arda. Cekirgeler, orkideler, kabuklu ve kabuksuz yengecler, deniz kabuklari, taslar, mercan kiriklari, kuma dusmus agac parcalari, insaattan artan tahta parcalari gun boyu mesgul ediyor onu. Elinde ya bir cekirge, ya bir yengec var cogu zaman. Yagmur yagdiginda ve diger cocuklarin yuzu dustugunde, o semsiyesini alip yagmurda gezmeye bayiliyor. Iskele boyunca yuruyup denizi seyrediyor. Odadan cikamadigimizda, insaat artiklarini tahta blok olarak kullanip koskocaman robotlar, evler insa ediyor.

Yarin donuyoruz. Sehir hayatini hic ozlemedik. Yanimizda hic oyuncak getirmememize ragmen, cocuklar oyuncaklarini bile ozlemediler. I-pad ve telefonlar hep ortalikta ama cocuklar bunlarin yuzune dahi bakmiyor. Teknolojiyi dogayi daha iyi tanimak icin kullaniyoruz sadece. Gelgitleri takip etmek, yildizlara ve hava durumuna bakmak, gordugumuz canli ve bitkiler hakkinda bilgi edinmek icin elimize aliyoruz telefonlari genelde.

Kisa bir sure sonra tekrar gelecegiz. Ayrilik huznu coktu ustumuze ama bir sonraki gelisin tesellisi simdilik yetiyor. Bu cennetten bir parca payimiza dusmus olmasi ne buyuk bir mucize.

20130724-190912.jpg

Raja Ampat’ta sabah

Papua’dayim yine, en bati ucunda, kus kafasi seklindeki yarimadanin onundeki minicik adalardan birinde. Dusuk olcekli bir dunya haritasinda gorulmesi mumkun olmayan bir noktaciktayim.

Sabahlari tropik kuslarin sesleriyle uyaniyorum. Papagan, baykus, balikcillar ve daha adini bilmedigim bir suru kusun sabah sarkilariyla, dalgalarin ve denizden atlayan baliklarin sesleriyle karsiliyorum gunun ilk isiklarini. Ama bu sabah farkli bir sesle uyandim, digeradoo, davul ve sarki soyleyen insan sesleri ile.

Merakla kalkip terasa ciktim. Tam karsimizda, tekneyle yaklasik 15-20 dakikalik mesafede bir koy var. Koyde bir toren yapildigini hayal ettim, ipuclari yakalamaya calistim. Ama sesler ciliz iki isikla uzaklasinca ve sarki bitip yenisi basladiginda bu seslerin bir balikci teknesinden geldigini farkettim. Hayalimdeki kabile toreni degilmis , sadece halk turkulerini dinleyerek ava cikan bir balikciymis meger. Gene de kabilesel ezgiler, egzotik sesler ve guclu ritmden olusan balikci sarkisi sabahima pasparlak nefis bir renk katti.

Kahvaltidan sonra resmi gorevim olan, cocuklari yuzdurme isini ihmal etmeden ve geciktirmeden gerceklestirdim. Akinti cikip cocuklari cikarinca da iskele onunun tadini cikardim. Akintiyla birlikte butun baliklar saklandiklari kovuklardan ciktilar. Dev istiridyeler beslenme umidiyle acilip o muhtesem renklerini ve desenlerini sergilediler. Buzulmus anemonlar, mercanlar, sungerler butun heybetleriyle, biraz daha fazla plankton yakalayabilmek icin ortaya ciktilar. Minik sari kafali, siyah beyaz cizgili govdesi olan bir deniz yilaniyla gozgoze geldim, basini sokacak bir delik bulmak icin uzaklasti gitti. Iskelenin altini doldurmus olan gumus baligi surusunun icine daldim, sigdan masmavi derinligi seyrettim balik kalabaliginin arasindan. O derin mavinin taa icinde, goremedigim, ama benim varligimdan haberdar olan canlilari selamladim. Bir elimle iskeleye tutunup, hareketsiz, sessiz, oylece durup izledim, ne muhtesem bir gezegende yasadigima sukrettim.

Ogleden sonra ‘bugunun macerasi ne baba?’ diye baslarlar sormaya. Belki yagmur ormanina yuruyus yapariz, belki tekneyle bembeyaz bir kumsala gideriz, belki bizim koyun hemen arkasindaki mantar adalari arasinda geziniriz. Kim bilir? Bu muhtesem doganin kucaginda her animiz mucizelerle dolu.

20130722-130504.jpg

Minik Capulcularima

Guzel yavrularim,

Cok yogun, cok ilginc gunler yasadiniz benimle birlikte. Ne yazik ki hersey sicakken yazamadim. Hayat dursun ve her saniye memleketi takip edeyim istedim, ama hayat durmadi, akmaya devam etti. Hayatin guzelligi de bu iste, hicbirsey onu durduramiyor. Cesur halkimizin yasadigi mucizevi donusum baslayali bir ay oldu. Iste o 1.Haziran gununu ve sizin o gun yasadiklarinizi buraya yazmak istiyorum ki, buyuyunce okuyun, koklerinizin geldigi topraklarin insanlari daha iyi taniyin, damarlarinizda dolasan asil kanin kudretini bilin.

Istanbul’da genc yasli herkesin sokaga dokulmesi icimi umutla doldurdu, ancak bu insanlarin kendi kanindan soyundan olanlarin elinden cektigi acilar yedi bitirdi beni. Onlarin gozune sikilan biber gazlari, benim gozlerimi yakti. Uc gun boyunca gozyasim dinmedi. Siz ilk gunler anlamadiniz ne oldugunu, gozyaslarimi sizden saklamayi basardim. Ama 1.Haziran Cumartesi gunu saklayamadim. Endiselendiniz, anlam veremediniz, Turkiye’de uzucu seyler oluyor dedigimde daha da merak ettiniz, sevdiklerimiz iyi mi diye sordunuz hemen.

Hukumet pek cok ozgurlugumuzu elimizden almisti dedim. Hukumet ne dediniz? Demokrasi, insan haklari, konusma ve dusunme ozgurlugu istiyoruz dedim, demokrasi ne diye sordunuz. Elimden geldigince anlatmaya calistim, gayet guzel anladiniz. Hersey bir avuc yesilligi korumak icin basladi dedim, sizin guzel kirpikleriniz islandi. Sonra Lara “kadinlar basbakan olamaz mi?” diye sordu. “olur tabii, eskiden bir kadin basbakanimiz vardi” dedim. “ O zaman ben basbakan olabilirim.” dedi, “ben basbakan olsam agaclari kesmeyi, insanlari ve hayvanlari oldurmeyi ve canlarini yakmayi, hirsizligi yasaklardim ama insanlarin icki icmesine, opusmesine, dusundugunu yazmasina ve soylemesine izin verirdim, her yere agac dikerdim”. Benim bilgisayardan haberleri okuyup okuyup uzulmeme dayanamadiniz, gelip elimden “yeter artik” diyerek bilgisayari cekip aldiniz. Basbakanimizin adini ogrendiniz. Neden boyle davrandigini anlayamadi Lara, “neden” diye sorup durunca yanit Arda’dan geldi “sanirim beyni yok”.

O gun sabahtan Lara’nin cimnastik yarismasi vardi. Ogleden sonra diger arkadaslarinizla birlikte sizi bowlinge goturme sozu vermistik. Ama annelerin hepsinin akli, fikri, ruhu Taksim’deydi. Hepimiz haberleri takip etmekten, goz yasi dokmekten yorgun dusmustuk. Yapmak istedigimiz tek sey bir araya gelip Turkiye’deki direnise destek vermek, destek veremesek bile en azindan cenelerimiz yorulana dek bu konuyu konusmak, kelimelerin bittigi yerde birlikte yas tutmakti. Anlayisla karsiladiniz, toplanip pankart hazirlarken heyecan icindeydiniz. Fotograflar cekilirken pankartlari kollariniz agriyana dek dimdik tuttunuz. Ay yildizli t-shirtlerinizi gururla tasidiniz. Bazi gorusleri tartismak icin, ulkemiz icin neler yapabilecegimizi konusmak icin biraraya gelmenin ve sesinizi duyurmanin iyi birsey oldugunu ogrendiniz. Bunun demokrasinin ve insan haklarinin temeli oldugunu ogrendiniz. Butun bunlari yapmak icin sosyal medyanin ne guclu bir arac olabilecegini farkettiniz. Facebook ve Twitter’in anne ve babanizin vakit oldurmek icin gezindigi sayfalar olmaktan cikip, tek haber kaynagi haline geldigini gordunuz. Kendi protesto resimlerinize gururla baktiniz, Facebook’ta kac kisi begenmis ve paylasmis takip ettiniz. Sizin Taksim’in ne oldugu hakkinda hicbir fikriniz olmadigini, Arda donus yolundaki yogun trafigi “her yer taksi, her yer araba” seklinde slogan atip protesto edince farkettim.

O bir gune ne cok sey sigdirdiniz. Aksam yemekten sonra yorgunluk coktu hemen ustunuze. Ama Arda bir turlu uyuyamiyordu. Dayim iyi mi, o kafasi kanayan adam iyilesti mi diye sorup duruyordu. Herkes iyi desem de ikna olmadi, dayisini arayip sesini duyana kadar rahat etmedi. Dayisiyla konusup iyi olduguna ikna olduktan uyuyakaldi o da…

Buyudugunuzde 1.Haziran.2013’u okuyun. Iste o gun, sizler de bunlari yasamistiniz.

Simdi hala merak ediyorsunuz Turkiye’de neler oldugunu. Artik aglamadigim icin, durumun daha iyi oldugunu dusunuyorsunuz ama arada animsayip soruyorsunuz “Polis hala insanlara kotu davraniyor mu?”, “Erdogan artik Turkleri seviyor mu?” “hala insanlar yaralaniyor mu?”. Biraz durgun, uzgun gorurseniz hemen Turkiye’de olanlara mi uzuldugumu soruyorsunuz. Yasinizdan beklemedigim baglantilar kurup, cozumlemeler yapabiliyorsunuz. Pankart hazirlamayi sesinizi duyurmak icin guzel bir arac olarak benimsediniz. Okul tatilinin ilk gununu Arda, “I love school so much” diyerek protesto etti. Babaniz eve geldiginde ise hosgeldin pankartlariyla karsiladiniz kendisini.

Turkiye’de inanilmaz seyler oluyor su anda. Fikrimi soranlara kendimi ifade etmekte zorlaniyorum, sadece “cok guzel seyler oluyor” diyebiliyorum. Bambaska bir bilinc duzeyinin, yepyeni bir dunya duzeninin dogumuna sahitlik ediyoruz. Sizlere ilerde olaylari daha net ve acik anlatabilmek icin kendimce bir arsiv olusturuyorum Pinterest’te. Taksim’deki minicik bir parkta baslayan uyanis, butun dunyaya yayiliyor. Artik sizin daha guzel gunler goreceginize, daha adil ve daha guzel bir dunyada yasayacaginiza ve sizlerin yeni yeni filizlenen bu duzeni cok daha ileri tasiyacaginiza inaniyorum.

IMG_4180

Hidrellez 2013

IMG_4016
Aslinda coktan kutladik gecti, gitti diye dusunuyordum ve buraya yazmaya da hic niyetim yoktu. Gecenlerde sualti ile ilgili bir yazi yazmam gerekiyordu ve eski blog yazilarindan birini aramak uzere arsivlere daldim. Cocuklarin oyle seker anilarina rastladim ki, kolay kolay birakip cikamadim. Bazilarini nasil unuttuguma sasirdim, ve yazarak kendime bu guzellikleri hatirlama sansi verdigim icin mutlu oldum. Iste bunu sirf o yuzden, cocuklar buyuyup ben bu gunleri unuttugumda hatirlamak icin yaziyorum.

Bu sene yine Hidrellez’i kutladik ailece. Artik Tunc da bizim kucuk oyunlarimiza katiliyor ve cocuklar cok mutlu oluyorlar. Bu sene arkadaslarimizi cagirmadik diye biraz bozuldular ama benim isim oylesine basimdan askin ki, organize olup toparlayamadim herkesi.

Gordum ki, oturtmaya calistigim aile rituelleri yerine oturmus. Cocuklar hemen kirmizi keseleri, bakliyatlari, bos kagitlari ve boya kalemlerini masaya getirdiler. Once dileklerimizi kagitlara cizdik. Arda kagidina bizi, ailemizi cizdi, herkes elele, mutlu bir sekilde. En guzel dilek iste, baska ne ister ki insan? Sonra baska bir kagida gayet guzel bir dunya , havaya bir ucak ve ucagin icine kendisini cizdi. Sonra ucagin rotasini cizdi, dunyanin etrafinda. Dunyayi gezmekmis dilegi ve gormek istedigi yerlerden biri de guney kutbu imis. Baska bir kagida da kendisini kitap okurken cizdi, seneye sular seller gibi okumak istiyormus. Bir de aile fotografi cekmek istiyormus.

Lara’nin dilekleri otelle ilgiliydi. Otelin bitmis olmasini, bizim ailece orada kaldigimizi diledi. Tunc ve benim dileklerim de uc asagi bes yukari ayni seylerdi. Sonra kurekleri kaptik ve Japon gulunun altina bir cukur acip kagitlarimizi gomduk. Aslinda cocuklarin dileklerini cikarip saklayasim vardi ama yapmadim. Kirmizi keselere bakliyat doldurup agac dallarina astik. Ve son olarak ates hazirliklari basladi. Cocuklar bahceden kuru dal, yaprak falan topladilar. Taslardan bir yuvarlak yapip atesin sinirlarini belirledik, ve atesimizi yaktik. Ates sonene kadar ustunden atladik, ve geceyi Arda’nin ozenle hazirladigi bir sofrada, romantik bir aksam yemegi ile sonlandirdik.

Arda’nin dilegi olan aile fotografini cektirmedik henuz, oysa yerine getirilmesi en kolay dilek buydu. O da unuttu sanirim, diger buyuk dileklerine konsantre oldu. Hidrellez’den sonra bir kac gun boyunca, bize dileklerimizin gerceklesip gerceklesmedigini sordu. Sanirim Guney Kutbuna gidecekse bavulunu hazirlamak istiyor simdiden.

Hidrellez’i bu sekilde kutlamayi cok seviyorum. Butun gelenekler insanin dogayla butunlesmesi uzerine kurulu. Bu rituelleri gerceklestirirken icimdeki binlerce yasanti hayat buluyor sanki. Elim topraga, agaca, dala yapraga degiyor. Ellerimin atesi ustalikla yakmasina hayret ediyorum, o buyuleci kora bakmak icimi isitiyor. Deniz kenarinda olsak, isin icine deniz de girecek, doganin butun guclerini kutsamis olacagiz. Simdilik elimizdekiyle yetiniyoruz. Herkesin dilegi gerceklessin, cok guzel seyler getirsin Hizir ve Ilyas.