>Bagirsak alir miydiniz?

>Ben korku filmi seyretmem, ne diye kendimi huzursuz edeyim durup dururken? Korkuyorum kardesim, filmi seyrederken korkmasam da sonrasinda etkileniyorum. Ben masallari severim, masalsi hikayeleri, mitolojik hikayeleri, zekice yazilmis senaryolari, beni sasirtan yonetmenleri. Mesela Guy Ritchie’nin Sherlock Holmes’u ne guzeldi, yine cok akillica kullanilmis kamera oyunlariyla ve izleyiciyi icine ceken muzip bir kurguyla orulmustu film. Hic korku filmi olarak dusunmemistim ben bu kurtadam filmini, ama yonetmen benimle ayni fikirde degilmis belli ki.

Sherlock Holmes’ten agzimda kalan tatla esimin Kurtadam’a gitme teklifini kabul ettim. Ne de olsa masalsi bir hikayeydi, yine Ingiltere’de benzer zamanlarda geciyordu falan. Film boyunca da cok ilginc sonuclanabilecek detaylar yakalamis olduklarini farkedip, merakla bunlarin nasil sonuclanacagini bekledim. Mesela babasinin kurtadam olmasi, babanin kurtadam oldugunu bildigi halde senelerdir yaninda kalip ona bakan Hint’li hizmetkar, babanin kurtadam virusunu Hindistan’dan kapmis olmasi, Cingene kadinin kurtadam tarafindan isirilan adamin yaralarini dikerken „sadece sevdigi kisi tarafindan kurtarilabilir“ diye bir detay vermesi falan gibi.

Ama sonra ne oldu, bu ortaya atilan detaylarin hicbiri bir yere baglanmadi. Zekice sonuclandirilabilecek pek cok esrar ortaya ciktiktan sonra, seyirciye sunulan bol kanli bagirsak sahneleri oldu. O ne oyle yahu, boyle mi cekilir kurtadam filmi? Ic organlari uzerine bir film cekeceksen ne diye o tur detaylari kafasina sokuyorsun izleyicinin? Hint’li usak oldu, neden senelerdir bu kurtadamin yaninda kaldi, Hindistan yaninda mi getirmisti kurtadam baba onu? Hindistan’daki kurtcocukla bir ilgisi mi vardi? Esrarengiz zemini hazirla, sonra git kuru kuru oldur adami, is mi? Kurtadam baba, kucuk oglunu neden oldurdu durup dururken? Seven kadin gitti gumus kursunla oldurdu kurtadami, hani kurtaracakti? Bu muydu yani kurtulus? Zaten herkes oldurebiliyor kurtadami gumus kursunu bulduktan sonra. Ne oldu „sevginin gucu“ olayina? Madem adami vurup oldureceksin, bari hic oyle bir yem atma izleyiciye, degil mi? Ayrica o Cingene bilge kadindan da saglam bir buyu beklerdim, kizin alnina ayakustu parmagini basip gonderdi. Olmamis… Ben filmi seyrederken otuz tane senaryo yazdim bile kafamdan.

Sevmedim ben bu kurtadam filmini. O kadar cok bagirsak mide falan gormek istesem, giderim kasap vitrinini seyrederim. Tunc sevdi gerci, itiraf etmedi ben o kadar yuklenince ama anladim ben. „Anthony Hopkins’e cok para gitmis, o yuzden herseyi sonuca baglayamamislar, para kalmamis“ diye komik bir yorum yaparak konuyu kapatti. Senaryonun ve yonetmenin aciklarinin bol bagirsak ve kanla kapatilmaya calisildigi vasat bir filmi son derece romantik bir sekilde seyretmis olduk.

O kadar cok bagirsak gorunce Turk’un aklina ne gelir? 🙂

>Prenses sendromunun insanliga zararlari

>Prenses sendromu asil olarak kadinlari hedefleyen ancak erkekleri de dolayli olarak etkisi altina alan ciddi bir hastalik, gercek askin ve sevginin en buyuk dusmani. Tuketimi pompalarken dunyaya ve insanlara verdigi maddi ve manevi zarari anlatmanin imkani yok. Bu sendrom, gunluk hayatin akisinda surekli olarak beyinlerimize ve bilinc altimiza sinsice gonderilen mesajlarla tohumlaniyor. Daha sonra da yilin belli gunlerinde uyulmasi gereken rituellerle hayatin akisini tamamen kendi yonune cekiyor. Irk, dil ve din ayrimi gozetmeden butun dunyayi etkisi altina almis durumda. Hastaligin cikisi maddiyata dayansa da, etki alani maddi gucten bagimsiz. Bu yuzden de tahrip gucu cok yuksek, gercek aski basit, maddi olcutlere indirgeyerek sinsice yoketme gucu cok siddetli.

Bu senelik ritueller tum dunyada genelde ayni gunlerde kutlaniyor, sevgililer gunu, anneler gunu, cart curt gunu gibi. Sevgi ve duygu dolu mesajlarla butun medya araclari kullanilarak insanlara direk ve endirek olarak tuketim gerekliligi isleniyor. Sevginin ancak maddi hediyelerle gosterilebilecegi, surpriz yapilmasi gerekliligi kaziniyor beyinlere. Sevilen yada yeteri kadar sevilmese de kendini seviliyor hissetmesi istenen kisinin mutlu olmasi icin gereken sartlar ve kurallar bastan belirlenmis zaten. Cicek sart mesela. Ne kadar pahaliysa sevgi o kadar buyuk demek. Yuzuk, mucevher, surpriz tatiller, pahali her turlu hediye bu rituellerin en onemli elementlerinden.

Prenses sendromu, kadinlarin ortacag ogretilerinden kalma rollerinin uzantisi aslinda. Akilli, ileri goruslu, hayatini bilime yada icsel yolculuklara adayan butun kadinlarin cadi suclamasiyla yakilip katledilmesi sonucunda ortaya cikan sessiz, korumaya, sevgiye ve ilgiye muhtac, ancak bir erkegin sayesinde mutlulugu bulabilen insan modelinin temeli. Erkekler icin de guc, statu, ustunluk gostergesi.

Aslinda tuketim amacli butun bu tur kutlamalarin insanlara dayatilip, duygu somurusu haline getirilmesi basli basina bir sorun. Kutlasan bir turlu, kutlamasan bir turlu. Hediye almasan kendini suclu, alsan salak gibi hissedersin. Hediyeyle kime neyi ispatliyoruz? Karsimizdakini sevdigimize kendimizi mi, yoksa onu mu inandirmaya calisiyoruz? Gercek sevgi maddesel hediyelere ihtiyac duyar mi? En guzel hediye sabah yanaga konan bir opucukle uyanmak degilse sevgi nerede?

Iste bunun icin, kutlanmasin sevgililer gunu. Kadin dergilerindeki anketlerde “suprizlerden hoslanir misiniz?” sorusu olmasin, hatta kadin dergileri olmasin, yasaklansin. Kiz cocuklarina kirk gun kirk gece dugunle, sonsuza kadar mutlulukla biten masallar okunmasin. Pamuk Prenses, Sindrella da yasaklansin. Filmlerde sampanya kadehinden cikan yuzuk sahneleri olmasin. Kadinlarin bilincaltina mutlulugu baskalarinin davranislarinda, hediyelerinde, surprizlerinde bulma fikirleri islenmesin. Sevginin olcutu pirlantanin buyuklugu, cicek demetinin pahaliligi, gelinligin kabarikligi olmasin. Tek tas hayali kuran ve takan kadinlara zorla “Blood Diamond” filmi seyrettirilsin. Sigara paketlerinin ustune kanserli insan resimleri basmaya mecbur kiliniyor ya sigara sirketleri, elmas ve pirlanta satan kuyumculara da bu ugurda hayatini yitiren yada sakat, ailesiz kalan Afrika’li cocuklarin resimlerini asma zorunlulugu getirilsin. Kimse bir baskasi tarafindan mutlu edilme beklentisine girmesin. Gercek sevgi olsun davranislarimiza yon veren, kalbimizin taa dibinden fiskiran ve tum evrene yayilan sevgi. Hayatin her saniyesi aski kutlayarak gecsin.

>Kutlamalar

>Turkiye’den uzakta yasamaya basladigimizdan beri aile kutlamalari olayini bir turlu rayina oturtamadim. Turkiye’de dogal olarak cevreye ve diger aile fertlerine uyarak belli bir bayram ve yilbasi kutlamasi icinde buluveriyorduk kendimizi, ama burada bunu bir turlu istedigim gibi yapamadim. Aslinda uzaklasinca, Turkiye’dekilerin de dogru duzgun yapilmadigini farkettim. Bayramlarin olmasi gerektigi kadar ozel kutlanmadigini, bazi cok guzel kutlamalarin ayrimcilik golgeleri altinda kaldigini farkettim. Yilbasi maskesi altinda uygulanan Noel kutlamalari ise daha bir karaktersiz ve komik gorundu gozume.

Uzun zamandir aklimda bize has bir aile kutlamasi tasarlamak. Cocuklar icin cok onemli oldugunu dusunuyorum bu kutlamalarin, buyuduklerinde kalplerini isitacak anilari olsun, yilin belli zamanlarinda bu tatli anilarla bazi degerleri hatirlasinlar, cocukluklarina bir anligina da olsa geri donsunler istiyorum. Bu tur kutlamalarin en onemli kismi hazirlik rituelleridir. Nasil uyku rituelinde, dis fircalama, pijamalari giyme, okunacak kitabi secme eylemleri, beyinlere „biraz sonra uyunacak“ mesaji gonderiyorsa, kutlamalarin rituelleri de „yakinda cok mutlu bir olay yasanacak“ mesajini verir, mevcut ruh halinden baska bir ruh haline gecisi saglar. O yuzden bayramlardan once o kadar bayram temizligi, bayram alisverisi, bayram yemeklerinin pisirilmesi gibi eziyetli islere, seve seve katlanilir. Bu rituellerin guzel tarafi, gelenek haline geldiginde, cok fazla dusunmeden, otomatik olarak yapilabilmesi, bilincaltinin hakimiyeti ele alarak, beyni fazla yormadan, vucuda yapilmasi gerekenleri yaptirmasi, beynin ise gelen mutluluk ve heyecan mesajlariyla birazcik olsun keyif yapabilmesidir. Belki de yuzyillardir suregelen torenlerin, genlerimize isleyen bilgileridir bu hazirlik asamalarinin bu denli kabul edilir ve purussuz gecmesi.

Tam ciddi ciddi bir aile kutlamasi tasarlama projesini acilen gerceklestirmem gerektigini dusunurken, etrafta bir anda Noel hazirliklarinin baslamasi ilginc dusuncelere sebep oldu bende. Lara eve gelip de Santa Claus’tan bahsedince, „gercekte Santa diye biri yok“ diyemedim. O zaten biliyor buyuk ihtimalle ama gidip arkadaslarinin hayal dunyasini yikmasina gonlum razi gelmedi. Her gittigimiz alisveris merkezinde rastladigimiz buyulu melodiler sacan korolar ve orkestralar, rengarenk, isikli Noel susleri, insanin icini isitiveren dev zencefilli kurabiye evler ve cocuklarin (ve tabii ki buyuklerin) hemencecik girdabina kapiliverdikleri bu mutlu, sevgi dolu, hafif atmosferden daha hos ne olabilir? Kutlamayi aile icinde yapmak tabii ki cok guzel bir sey ve bize ozel birsey mutlaka olmali, ama binlerce insani ayni anda etkileyen boyle kollektif bir kutlamadan neden mahrum kalalim ki diye dusunuyorum. Noel kutlamalarini yilbasi kutlamasi adi altinda yapip, kafamizi kuma gommeye devam mi edelim yani? Cocuklar neyin ne oldugunu bizden daha iyi bilirken, onlari senelerdir bizim kandirildigimiz gibi kandirmaya mi calisalim? Noel kutlamasi iste agac suslemek, agacin altina, coraba, somineye hediye asmak. Bunun nesi kotu? Neden baska bir kalip icine sokma cabasi?

Dinlerin insanliga tek faydasi belki de bu kutlamalar, bana gore tabii ki. Yoksa insanlari bolmekten, guc ve otorite savaslarina zemin hazirlamaktan, bir suru insanin olumunden sorumlu olmaktan baska ne ise yaradigini bilmiyorum din denen seyin, yada din kisvesi altina sokulan seylerin. Insanlarin farkiliklarini degil de, benzerliklerini one cikararak, daha da mutlu olaylar haline getirsek bunlari fena mi olur? Bizim Nasreddin Hoca’miz, CocaCola’nin yarattigi noel baba gibi bir karakter olamadi, biz bunu yapamadik diye bizim cocuklarimiz bu eglence ve paylasim atmosferinden uzak mi kalsin? Hem seker bayrami kutlasin, hem noel, ne olmus yani? Birilerini mutlu etme, heyecanla bir takim hazirliklara girisme telasina kaptirmisiz kendimizi, evi mis gibi zencefilli kurabiye kokulari burumus, kotu mu? Herkesi sarip sarmalayan o hafif, pozitif atmosfer bizi de bir anligina hayatin agriligindan uzaklastirmis, n’olmus yani?

Ey, cocugunun alisveris merkezindeki noel babanin kucagina oturup resim cektirmesine izin vermeyen baba, sana sesleniyorum. Anladi mi cocuk senin tepkinin sebebini? Bir sonraki Halloween’de noel baba kiligina girmek istemesi, olayin onun gozundeki yerini gostermiyor mu zaten? Kirmizi, eglenceli bir kostum, alinip verilen hediyeler, renkli isikli susler, guzel muzikler, rengarenk sekerler.. Bu kadar iste. Neden yasamasin bunu? Sen ona baska bir alternatif sunabiliyor musun?

Tanriyi ogrensin cocuklarim, onu sadece kendi iclerinde aramayi, sukretmeyi, her canliya saygi ve ihtimam gostermeyi, gucsuzu korumayi, ihtiyaci olana yardim etmeyi, her zaman dogrularini takip etmeyi, kalbiyle gulmeyi, kalbiyle sevmeyi… Bu degerler yerinde olmadiktan sonra ha plastik bir agaca susler asmis, ha gelip benim elimi opmek istemis, ne farkeder?

Mevlana benim icin demis zamaninda, ben niye bu kadar kendimi yordum ki bunlari yazmaya simdi?…..

Ne Hristiyan, Musevi ne de Müslüman’ım,
ne Hindu, Budist, Sufi veya ne de Zen.
Ne bir din ne de bir kültürel sistem.
Ne Doğu’danım ne Batı’dan,
ne de denizden veya topraktan.
ne et kemik, ne de ruhum,
ne hava, ne su, ne ateş ne de toprağım.
Yokum, ne bu ne de öteki dünyada,
ne Adem ve Havva’dan geldim
ne de herhangi bir yaratılış hikayesinden.
Yerim yersizdir, izsizliğin iziyim. Ne vücut ne de ruh!
Ben sevgiliye aidim ki dünyayı bir gören ve o bir çağrı ve bilgi, ilk, son, dış, iç sadece nefes alan bir insan.
MEVLANA

>Organize isler

>Bir hummali hazirliklar icindeyim ki, hic sormayin. Buyuyunce cikolataci mi olayim, yoksa parti organizatoru mu karar veremiyorum. En son kendi dugunume boyle hazirlanmistim sanirim. Hatta belki bu sefer daha da abartiyor olabilirim ki, kocamda kiskanclik emareleri seziyorum sanki. Kafayi yedigimi falan soyluyor ki, kafayi yemis olamam, demek ki kesin kiskaniyor.

Yapilacak is ve alisveris tablosunu iki hafta once hazirladim. Tahmini TAKT zamanlarini, yaklasik bir hesaplama yontemiyle belirledim. Buna gore gecelere boldum isleri. Neyin ne zaman, ne kadar surede yapilacagi belli. %70 verimlilikle yaptim hesaplarimi ki, acemilik, cocuk, uyku, plansiz aktiviteler, acil durum gibi faktorleri de hesaba katmis olayim. Simdilik hersey yolunda gidiyor. Bir tek bu geceki balo isimi bozacak sanki ama onu da az uykuyla hallederim gibi.

“Happy Birthday Lara” suslerinin kartona pastal dizilisini yaptim dun aksam. Pastal verimliligi cok yuksek oldu. Bir de kesme islemi icin KAIZEN yaptim, duz kenarlari karton kenarina ve birbirlerinin yanina denk getirip, kesme suresini %54 azalttim. Hahayt, superim! Kalan kartonlardan baska susler yapabilirim ama bunu master uretim planina dahil etmemistim. Bakalim verimliligi arttirip, buna kapasite yaratabilecek miyim? Gorecegiz…

Aslinda ben eskiden boyle degildim. ITU’de gecen 4 senenin ardindan boyle oldum.. Evet, efendim muhendisim sadece, kesinlikle kafayi yeme durumu yok. Askolsun yani…

Pek cok kisi icin birsey ifade etmeyen bir yazi oldu ama 8 saatlik bir yalin uretim denetimine maruz kaldim dun, etkiler bunyeden hemen atilmiyor, ben n’apayim? Radyasyondan beter vallahi.

Bu sarkiyi, pardon yaziyi yalin uretim egitimlerine ve denetimlerine saatlerini, gunlerini adayanlara ve cocuklarinin dogum gunu partilerini, minik meleklerini mutlu etmek icin en guzel sekilde kutlamaya calisan butun annelere adiyorum. Ozellikle de benim dogum gunum icin, Demirel doneminde yag ve seker kuyruklarinda bekleyip, yoktan pasta var eden kendi anneme.

>DYYYSOKKO

>Dolmanin iciyle disinin oranini bir turlu tutturamayan ve, ya kalan dolma icini buzluga atip sonra unutan, ya kalan ici sogan, pirasa gibi alakasiz sebzelerin icine dolduran yada artan sebzelerin icini sade kiyma yahut pirincle dolduran kadinlar! Size sesleniyorum! Korkmayin, yanliz degilsiniz. Sessiz kalmayalim, haklarimizi arayalim. “Aldigi kadar un” ve “kulak memesi kivami” gibi terimlerin yemek tariflerinde kullanilmasini yasaklatalim. Olculeri tam vermeyen, tarifin ince detaylarini atlayan yemek bloglarina ceza uygulamasi getirilsin, yemek kitaplarinin satisi yasaklansin. Yeni tarif denerken her seferinde ter dokmek zorunda miyiz canim? Standarda oturtulsun bu is, TSE’nin onayindan gecmeyen tarif yayimlanamasin mesela…

Imza: Dogustan Yemek Yapma Yetenegine Sahip Olmayan Kadinlar Kurtulus Orgutu

>Homoobezitus

>

Seri uretim yapan hazir giyim firmalari icin, urettikleri urunlerin olculeri ve alacak kisinin ustundeki gorunumu cok onemlidir. Cunku yaptiklari sinirli sayidaki bedenin, pek cok farkli vucuda uymasi gerekir. Hangimiz ustumuze oturmayan birseyi alir, giyeriz ki?

Bir giysinin ustumuzdeki durusunu begenmemizde ise iki faktor rol oynar. Birincisi giysinin olculerinin, bizim vucut olculerimizle olan uyumu. Ikincisi de, bizim giysinin ustumuzde nasil durmasini istedigimiz, yani kisisel tercihlerimiz ama bu yazida bundan bahsetmeyecegim.

Insanlarin vucut olculeri hakkindaki en son arastirma ve analiz, erkekler icin 1940’ta, kadinlar icin de 1994’te yapilmis. Gunumuze dek, vucut olculerinin oldukca degistigini farketmis hazir giyim devleri. Klasik serileme kurallarina gore beden genislerken, boy da uzar oysa, gunumuzde sisman insanlarin cogunun boyu kilosuyla orantili uzun degil. Bu yuzden, asiri sisman insanlar, kollari dirseklerinden asagi sarkan, etek boyu dizlerine uzanan t-shirt’lerle gezmek zorunda kaliyorlar.

Boyutlar, Amerika ve Avrupa kitalarinda enine genislerken, Asya’da daha farkli bir gelisme gostermis, boylar uzamis. Eskiden citi piti, minicik olan Asya’lilar, sut ve sut urunlerinin yayginlasmasiyla daha uzun boylu olmaya baslamislar. Fast food zincirleri Asya’ya girdikten sonra, bu bolgede de obezite artmis. Batililar kadar yaygin olmasa da, burada da cok buyuk bedenler talep gormeye baslamis.

Bir baska yanilgi da, cocuk kafalarinin boyutu ile ilgili cikti. Tekstilin icinde olanlar bilir, cocuk giysilerinde en onemli, en hassas olcu yakadir. Hem omuzundan dusmeyecek kadar acik olmayacak, hem de kafadan rahatca gececek kadar esnek ve genis olacak. Zordur dogru ayari yakalamak. Uluslararasi firmalar ise, Asya cocuk urunlerinin yaka acikligini hep daha buyuk olculerle yaparlar. Cunku hep sanilan, Asya’li cocuklarin kafalarinin, Batili cocuklardan buyuk oldugu idi. Oysa, simdi ortaya cikti ki, kafalarin kesit alani aslinda ayni. Onden gorunuste Asya’li cocuklarin kafasi genis, ama yandan basik. Batili cocuklarin ise onden dar, ama arkaya dogru Asya’lilardan daha genis. Yumurta kafa yani.

Iste butun bunlari farkeden hazir giyim devleri, su anda haril haril insanlarin yeni vucut olculeri hakkinda arastirma yapiyorlar. Sonuclari buyuk ihtimalle, yeni urunler piyasaya sunuldugunda yani, muhtemelen 2011 yaz sezonunda goruruz. 2011’de alisverise gittiginizde, bir anda kendinizi 36 beden giyiyor bulursaniz sasirmayin. Sisman insanlar ve sismanlara kiyafet ureten firmalar icin ise, yeni bir donem baslayacak sanirim. Sismanlar kendilerine uygun giysileri daha rahat bulurken, simdiye kadar buyuk bedenlere yonelik uretim yapan firmalarin isi zorlasacak. Onlar da simdiden onlemlerini alip, uzun vadeli stratejilerini belirleseler iyi ederler bence.

>Değişim

>Hayatta herşey, hatta hayatın kendisi sürekli akış halinde. Biliyoruz ki hiçbirşey olduğu gibi kalmıyor, değişmemek doğaya aykırı. Ama hala nedendir her değişimin bizi rahatsız etmesi, tedirgin etmesi, midemize yumruk saplaması? Rahatımızın yine bozulacağını bilmenin verdiği huzursuzluk mu, yoksa belirsizliğin getirdiği tedirginlik mi? Belki her ikisi de.

Oysa ki akıntıya karşı değil de akıntıyla hareket etsek, daha hızlı ve kolay ilerleyeceğiz. Hayatın akışını olduğu gibi kabul etmek tembellik yada umursamazlık değil ki. Tam tersi daha yüksek bir bilinç, irade ve inanç seviyesi gerektiriyor. Akıntı yön değiştirdiğinde, tüm hayatını, görüşünü, beklentilerini, planlarını değiştirecek gücü gerektiriyor.

Bunun üstünde çalışmam lazım. Geçmişe, geleceğe, yaşananlara yada yaşanılabileceklere takılmadan şimdiki zamanda bulunmam lazım bütün enerjimle. Yürüken hep ufka bakmam lazım, ayaklarıma değil.

>Toplantılarda Uyuyakalmama Kılavuzu

>Bugün işyerinde not tutmak için kullandığım defterin arasından minik bir kağıt parçası düştü. Aslında A4 boyutunda bir kağıtmış ama avuç içi olana kadar defalarca katlamışım. Muhtemelen üstündekileri kimse görmesin, gerektiğinde kolayca kamufle edilsin diye. Bu kağıt parçası benim sabahın köründen akşama kadar katılmak zorunda olduğum aşırı sıkıcı (çünkü ikinci kez katılmak zorunda olduğum) bir eğitim boyunca uyuyakalmadan oturabilmemi sağlamış önemli bir belgedir. Buradan yola çıkarak, çalışan herkesin faydalanması için sıkıcı toplantılarda uyuyakalmama kılavuzunu tüm çalışanların hizmetine sunmaktan gurur duyarım.

Sıkıcı toplantılarda bilgisayarınızı yanınıza alabilmiseniz sıkıntınızı gidermek için çok elverişli ve eğlenceli ancak bir o kadar da riskli bir çözüm elinizin altında demektir. Ofis içi yada dışı messenger programlarından arkadaşlarınızla yazışabilirsiniz. Böylece çok önemli, acil e-mailleriniz varmış da, bir yandan anlatılanları dinlerken bir yandan da acil işlerinizi hallediyormuş gibi görünmeye çalışabilirsiniz. Ancak dozunu kaçırırsanız toplantıya dikkatinizi vermediğiniz ayyuka çıkacağından, birilerinin sinirini bozma olasılığınız yüksek olabilir. En sağlamı, eğer ekran oralıkta değilse, sessizce internette gezinmek. Ancak ekranınız birilerinin görüş alanındaysa, bu da tavsiye edilmez.

Bence en uygun kaytarma yöntemi not alıyor gibi görünerek, elinizdeki kağıt parçasıyla sıkıntınızı gidermektir. Birşeyler yazdığınız için sürekli not aldığınız ve hatta toplantıyla ilgilendiğiniz izlenimini vermesi açısından çok sağlam bir yöntemdir bu. Bilimum listeler yapabilirsiniz. Örneğin;

– haftalık, günlük, aylık alışveriş listesi
– haftalık, aylık, günlük yemek listesi
– yakında seyahat varsa yanınıza alacaklarınızın listesi
– yakında seyahat yoksa tatile gitmek istediğiniz yerlerin listesi
– yapılması gereken işler listesi
– çocuklarla hafta sonları yapılabilecek aktivite listesi
– parti verseniz hangi kokteylleri servis ederdiniz listesi
– vs vs vs

Daha pek çok liste bulabilirsiniz kafa yoracak. Liste fikirleri tükendiğinde, yaratıcılık gerektiren işlere enerjinizi harcayabilirsiniz. Çünkü can sıkıntısı, en büyük ilham kaynaklarından biridir. Dolabınızdaki kıyafetlerle, herzaman kullandığınızdan farklı kombinasyonlar yapmayı düşünebilirsiniz. Ev dekorasyonuyla ilgili projeler, mevcut süs eşyalarıyla daha önce denemediğiniz kombinasyonlar tasarlayabilirsiniz. Terzide birşeyler diktirmek istiyorsanız bunların tasarımını yapabilirsiniz. Hatta zevkine güvendiğiniz birinin yanına oturursanız fikir alışverişi yapıp olaya heyecan katabilirsiniz.

Bir de farkettim ki, can sıkıntısınn da bir kırılma noktası var. O noktaya geldikten sonra, sinirler gevşiyor ve olur olmaz şeylere gülmeye başlıyor insanlar. Bunu kendim de dahil bir çok kişide gözlemledim. Yani can sıkıntısı aslında çok da kötü birşey değil. Yeteri kadar sabrederseniz, çok eğlenip, kahkahalarla gülebilirsiniz. Herkese eğlenceli toplatılar dilerim.

Benden de bu kadar kariyer insanı olur işte…

>Safak 2

>Bir yildan fazla suren bir ayriliktan sonra, Persembe aksami Turkiye’ye donuyorum. Heyecan dorukta. Yapmak istediklerimin bir listesini yapayim dedim, malum ya, liste yapmak icin vaktim boldu, baktim ki butun isteklerim yemek icmekle ilgili dostlari gormenin disinda.

Ciya’ya gidip o gun pismis olan herseyden yemek listenin basinda. Gakkos’a acaba havalimanindan eve donerken ugrasam mi diye dusunmuyor degilim, kim demis kahvaltida cig kofte yenmez diye? Burada her turlu sacma yemegi kahvaltida yemeye alistim ne de olsa. Yada Degirmen’den pastirmali su boregi mi alsak kahvalti icin acaba? Bizim Marmara’nin baligini, Bogaz’da yemeyi cok ozledim. Sulu, kokusu buram buram etrafa yayilan bir Kirkagac kavunu esliginde rakiyla baslayip, balikla devam edip, firinda helvayla bitirmek istedigim bir gece var mesela listemde. Kiraz ve yesil erik konusunda kendimi fazla umitlendirmemeye calisiyorum ama insallah bitmez de mide fesati gecirene kadar yerim diye dua ediyorum. Olmadi, seftali falan vardir belki. Kendimi daha sonra bilimum tatlilara verecegim. Kazandibi, kadayif, tulumba, kunefe, asure.

Sonra buraya getirecegim seylerin kocaman bir listesi var. Bunlar da tabii ki gene yemekle ilgili. Pastirma, sucuk, beyaz peynir, zeytin zaten demirbas. Kabuklu ceviz, tuzsuz kabak cekirdegi, ihlamur, adacayi, poy gibi burada bulamadigim ozel seyler kesinlikle gelecek. Bir de organik domates ve Cengelkoy salatalik tohumu, bulursam bamya tohumu da uzun vadeli yemek projelerimin arasinda. Becerir miyim bilmiyorum ama denemeyi dusunuyorum.

Cok heyecanliyim! Zaman yaklastikca, saatler daha yavas geciyor sanki. Bir an once Cuma sabahi olsun istiyorum. Kocami, bebeklerimi kucaklayayim, doyasiya koklayayim. Veee, sonra kendimi yemeye ve icmeye vereyim. Hazir olun Istanbul restoranlari, ben geliyorum!

>Aydınlanmaya bir ikiiii

>Son zamanlarda bir sürü insan arasında bir aydınlanma durumu başladı. Yoga yapmalar, Budizme ilgi duymalar, Secretvari kitaplar okumalar falan. Ben de yapıyorum, iyi de geliyor doğrusu. Ama zaman zaman konsantre olmaya çalışırken Cem Yılmaz geliveriyor aklıma. O zaman bir gülmedir alıyor beni, yoga meditasyon falan kalmıyor tabii.

Gerçi modern yaşama uygun gülerek yapılan meditasyon şekilleri de varmış. İllaki de kıpırdamadan sessizce durmak gerekmiyormuş kendi özünle temasa geçebilmek için. Dans edereeek, gülereeek, dönereek, göbek atarak, şarkı söyleyerek meditasyon yapılabiliyormuş. Yeter ki parasını verin, ne şekilde isterseniz, o şekilde meditasyon yapmayı öğrenmek mümkün. Tabii hepsinin CD setleri, kitapları ayrı. Hepsinin gurusu ayrı. Guru gürültüüüü.. hahaha

Beni bu kadar eğlendiren ne mi? İşte bu:

http://www.youtube.com/watch?v=XC4AgT-RCvI