Tanrilar denize inmis

Yaklasik bir haftadir Papua’dayiz. Gecen yilki geziden sonra cok detayli anlatmistim, onlarin ustune yeni yazi konusu cikmaz diye dusunuyordum. O yuzden gittigimi bile yazmamistim. Ama Papua, o essiz dogasiyla yine beni sasirtmayi basardi.

Bu kez Papua Paradise isimli baska bir yerde kaldik. Burasi gecen sefer kaldigimiz yerden biraz daha konforlu ama ‘fishy line’ dedigimiz cok yogun balikli dalis noktalarina uzak. Bu bolgelere dalis yapmak icin sabahtan cikip, butun gunu tekneyle denizde gecirmek gerekiyor. Cennet gibi kumsallarda desaturasyon ve yemek molalari, muhtesem dalislarla birlesince, bu tam gunluk programlar cok keyifli oldu. Biraz yorulsak da odulumuz muhtesemdi.

Tatilin son Fishy Line dalis gununu, yine birbirinden guzel dalislarla bitirdik. Heyecan, yorgunluk ve mutluluk icinde yaptigimiz dalislari konusuyorduk donus yoluna gectigimizde. Daha dalis elbiselerimizi yeni cikarmistik, dogru duzgun kurulanmamistik ki cok uzakta, agir agir hareket eden iki koca yuzgec gordu birisi. ‘balinaaaaaa’ diye atilan ciglikla herkes kosarak o tarafta toplanmasi bir oldu. Kaptan hemen motorlari susturdu ki kacmasinlar. Farkli yonlerde uclu balinalar halinde uc grup ispermece balinalari vardi etrafimizda.

Kaptan yavasca yaklasmaya calisti. Biz alelacele kameralarimizi kapip teknenin ustune ciktik. Tekne sesinden rahatsiz olup giderler diye korktuk ancak, bizim onlari merak ettigimiz gibi, onlar da bizi merak etmislerdi ki yaklasmamiza izin verdiler. Uzun sure agzim acik seyrettigimi, uzakta buyuk bir tanesi kuyrugunu suya vurarak digerlerini yanina cagirdiginda farkettim. Bir tanesi cikip atlayinca, atilan sevinc cigliklari, saskinlik nidalarina karisti teknede. Guzel kuyruklarini asalet icinde sergileyip gittiler.

Derken ilerde iki tane daha gorduk. Biri gercekten cok buyuktu. Kaptan yine yavasca yaklasti. Uzunca bir sure birbirimizi seyrettik. O su puskurterek, heybetli govdesini, cussesinden beklenmeyecek bir zarafet icinde hareket ettirirken, ben duydugum hayranligin boyutunun tarif bile edilemeyecek oldugunu dusunuyordum.

Arkadan cikan kucuk, sivri ve kivrik yuzgeclerin sahipleri kendilerini fazla gostermediler ama yuzgec ve vucut sekillerinden pilot whale olduklarini tahmin ediyorum. Geride bizimle kalan uc balina, bizi izlemekten bikip, yine muhtesem kuyruklarini gostererek dalip gidince biz de donus yolumuza kaldigimiz yerden devam ettik.

Yunuslarin insanlar uzerinde biraktigi etkiyi iyi bilirim. Sesleri, oyunculuklari, adeta insanlarla konusmalari, hipnotize eder seyredenleri. Kalbinin ta derininde simsicak birseyler hissedersin, sanki yureginiz bir atiyormus gibi gelir. Onlar yavrularini kuyruklarinin altina aldiginda, kendi yavrunu kucaklamis gibi hissedersin. Balinalarin buyusu, buna benziyor ancak daha derinden gelen, daha guclu birseyler var. Yillarin bilgeligi, derin sularin gizemi, doganin sirlari onlarda sakli. Karsilastiginda yureginde hissettiklerin ise daha buyuk, daha cesur, daha sakin ama derin.

Bu karsilasmayi hicbirimizin unutabilecegini sanmiyorum. Hissetiklerimizi ne kadar yazsak, anlatsak da tam olarak ifade edebilmemiz mumkun degil. Umuyorum ki bu buyulu yaratiklarla yolum tekrar kesisir, onlari cocuklarima da gosterebilirim.

Fotograflar icin sevgili Nihat Sandikcioglu’na tesekkur ederim.

Palau’da Manta Dalisi

Palau seyahatinin son iki yazisini bir turlu yazamadim. Son kismin ilk bolumu manta dalislariyla ilgili , yada mantalarin dalgic gozlem turlari.

Minicik Palau’nun butun ekonomisi turizme dayaniyor. Bu yuzden midir bilmem, her adimda inceden inceden ticari zihniyet kokulari geliyor insanin burnuna. Dogal guzellikleri paraya cevirebildiklerini gorunce, dogayi gercekten de koruma altina almislar. Bu turizmin en guzel etkisi, keske butun ulkeler bunu farkedip dogayi korusalar.  Ancak ne yazik ki hizmet kalitesi ve musteri memnuniyeti anlayisi ayni hizda gelismemis.

Alman Kanali denilen bir yer var Palau’da. Adalari cevreleyen mercan resiflerine, teknelerin gecebilmesi icin acilmis suni bir kanal. Burasi ayni zamanda unlu bir dalis noktasi cunku bu kanalin girisine yakin bir noktada mantalarin surekli ugradigi bir temizlik istasyonu var. Buraya iki dalis yaptik ve ikisinde de manta gorduk ancak mantalarin muhtesem zarafeti bile hayalkirikligi yasamami engelleyemedi.

Oncelikle temizlik istasyonu mantalari uzun uzun izleyip cekim yapabilmek icin oldukca derinde, 25-26 metrede. Her gun uc dalis yapilan bir tatilde, azot birikimine dikkat etmek gerekiyor. O yuzden de bu derinliklerde gonlunuzce kalamiyorsunuz. Aslinda mantalari adam gibi gorebilseniz 5 dakika yeter de artar bile ama asagisi oyle kalabalik ki, dalgiclardan temizlik istasyonuna yaklasamiyorsunuz bile. Ustelik isi oylesine ticarete dokmusler ki tecrubeli tecrubesiz herkesi asagiya indiriyorlar. Dalis liderinin resmen surukleyerek tasidigi, kendi basina sualtinda hareket etmekten aciz dalgiclar vardi suyun altinda. Bunca samataya manta falan gelmez diye dusunebilirsiniz ama ilginc bir sekilde mantalar her seferinda oradaydilar. Dalgiclar mi mantalari gozlemliyor, yoksa mantalar mi bu garip yaratiklari izleyip egleniyor emin degilim. Tunc’un cektigi fotografa bakilirsa burasini Manta Point’den ziyade, Divers Point diye adlandirmak daha dogru sanirim.

Herseye ragmen, mantalari gorduk. Ama mantalar oyle zarif, oyle buyuleyici yaratiklar ki, onlarla gecen zaman bana hep kisa geliyor. En hos karsilasmamiz, temizlik istasyonuna giderken orta suda karsimiza cikan iki manta ile oldu. Tamamen tesaduf eseri kameram acikti ve gelislerini cekebildim. Derine gitmeselerdi peslerinde bayagi bir sure kostururdum. Aklim kaldi tabii ki… aah mantalar ah, oyle guzelsiniz ki doyum olmuyor sizi seyretmeye….

Sevimli denizanalari

Palau cok eskiden tamamen deniz altindaymis. Sular cekildikce bu adaciklar cikmis ortaya. Deniz cekilirken, yukseklerdeki bazi buyuk cukurlar deniz suyuyla dolu kalmis. Palau’da yetmis adet civarinda tuzlu su golu bulunuyormus, bunlardan 4 tanesinde denizanasi yasiyormus ve sadece bir tanesi kamuya acikmis. Iste biz bu gole, pembe denizanalarini gormeye gittik.

Bizim yuzdugumuz gol yaklasik 30 metre derinligindeydi. Derinligine ve diger bazi verilere gore bu golun 12 bin yasinda oldugu tahmin ediliyor. Golun sadece ilk 15 metresinde oksijen var. Fotosentez yapan bir cesit bakteri katmaninin altinda su zehirli. Hidrojen sulfat orani 15’inci metreden itibaren giderek artiyor. Iste bu yuzden bu golde dalis yapilmiyor. Hidrojen sulfat deri vasitasiyla emilerek zehirlenmeye sebep verebilir diye dusunuluyor. Sadece yuzeyde snorkel yapilabiliyor.

Golde rengini simbiotik bir iliski icinde oldugu bir cesit algden alan, Golden Jellyfish yani altin denizanasi disinda birkac balik cesidi de yasiyor. Bu denizanalarinin en buyuk ozelligi, dogal ortaminda herhangi bir dusmani olmadigi icin kendini koruma mekanizmalari zayiflamis olmasi. Zehirli hucreleri mevcut ancak zehiri o kadar gucsuzlesmis ki ancak cok hassas bunyeler tarafindan hissedilebilen bir carpma etkisi mevcut. Ben o kadar huylanmama ragmen, duruma psikolojik uyum sorunu disinda hicbir rahatsizlik hissetmedim.

Gole yaklasik 10 dakikalik bir orman yurusu sonunda ulasiliyor. Yuruyus parkuru ormanin icinde once tepeye tirmanis sonra da inis seklinde. Endonezya’daki Kakaban golu gibi merdiven falan yok. Butun malzemeyi kendiniz tasiyorsunuz. O yuzden agir sualti cekim ekipmanlarini goturmek buyuk sorun. Biz video kamera housingini goturemedik mesela.

Denizde karsilasmaktan hoslanmadigim bir iki canlidan biridir denizanasi. Hele de elime ayagima degdi mi sinir olurum. Aslinda ‘sinir olurum’ ifadesi benim normalde verdigim tepkinin cok hafife alinmisi olur. Ciglik cigliga kacarim desem daha dogru. Ben golun kenarinda suya bakip burada ne isim oldugunu, neden dalis elbisemi yanima almadigimi dusunerek hazirlanmayi agirdan alirken grubun geri kalani coktan golun ortasina dogru yuzmeye baslamisti bile. Ben de gonulsuzce girdim suya.

Golun kiyi kesimlerinde hic denizanasi yoktu ki, benim icin harika birseydi bu. Tunc kiyidan gidip mangrove koklerinde mercan, sunger gibi renkli birseyler aradi ama bulamadi. Mercanlardan umidi kesince golun ortasina dogru yoneldik ve tek tuk pembe denizanalarini gormeye basladik. Golun ortasina gelince yogunluk artti. Vucuduma ilk degdiklerinde bir iki kez ciglik atarak irkildim ancak birsey olmadigini gorunce samimlestim bu sevimli denizanalariyla. Hatta buyuklerin arasinda tatli tatli yuzen minicik yavrulara bayildim. Guzel bir tecrubeydi.

Kopekbaligi Cenneti Palau

20 bin nufuslu minicik Palau Cumhuriyeti, 2009’da tum dunyaya ornek olmasi gereken bir secim yapmis ve kopekbaliklarinin avlanmasini kendi karasulari icinde tamamen yasaklamis. Sharkwater belgeselini seyredenler bunun ne buyuk bir karar oldugunu, pek cok hukumeti parmaginin ucunda oynatan kopekbaligi yuzgeci mafyasina karsi atilan ne cesurca bir hareket oldugunu anlayacaktir. Bu hareketin sonuclarinin gozle gorulur bir sekilde alindigini soyleyebilirim.

2009’dan once Palau’da dalis yapmadim, ancak yaklasik 10 sene once kopekbaliklarini rahatca gozlemleyebildigimiz yerlerde artik kopekbaliklarina rastlayamaz hale geldik. Acimasizca katledilen kopekbaliklari, insan olan, tekne sesi duyulan yerlerden onlari bulamayacagimiz sulara kactilar. Tabii ki bu benim iyimser yorumum, oysa pek cok bilimadamina gore sayilari oyle hizli azaliyor ki, kopekbaligi goremiyorsak, gorecek kopekbaligi zaten kalmamis durumda.

Iki gundur Palau’da yaptigimiz 6 dalisin her birinde bol bol kopekbaligi gorduk. Ozellikle akintili resif koselerinde asili duran suruler hayranlik vericiydi. Akinti kancalariyla kendimizi zor tuttugumuz bu sularda, tum asaletleriyle acik suda asili duran, sakin ve zarif hareketlerle yavasca suzulen o guclu hayvanlari saatlerce seyredebilirdim.

Onlarca gri ve beyaz resif kopekbaligi gorduk her dalista. Sipadan’in beyaz resif kopekbaliklari kadar yakin temaslar yasayamadim ama o kadar cok karsilastik ki beni mutlu etmeye yetti de artti. Zaten dogali da bu degil mi, ne isi var kopekbaliginin dalgicin burnunun dibinde?

Bazi dalis noktalarindaki mercanlar harikaydi. Resif baliklari sayisini az buldum acikcasi ama mercanlar ve kopekbaliklari dalislarin tatmin edici olmasi icin yeterliydi dogrusu.

Cok ilginc sualti yapilari olan yerlere daldik. Ilk dalisimizi yaptigimiz Siaes Tuneli, icerinin karanligindan disaridaki muhtesem maviligin gozlerimizi kamastirdigi koskocaman bir kovuktu. Bugun gittigimiz Blue Hole ise tepesinde dort buyuk delik bulunan bir magaraydi. Bu delikler sayesinde magaranin ici oldukca aydinlikti ve tahmin ediyorum ki gunesli bir havada harika isik oyunlari gozlenebilir.

Son dalisimizi German Channel adindaki temizleme istasyonlariyla unlu dalis noktasina yaptik. Iki tane manta gorduk ama baliktan cok dalgic gordugumuz bir dalis oldu. Bu manta dalisi, daha once yaptigim manta dalislarina gore cok zayif kaldi. Belki ozel bir organizasyonla herkes gitmeden once orada olunacak sekilde dalinsa farkli olabilir ama bu haliyle de daha once hic manta gormemis olanlar icin ilginc olacaktir eminim.

Palau’da ilk gun

Sabahin kor karanliginda geldik Palau’ya. Bir, kucucuk havalimanindaki asiri kilolu pasaport memurunun kan canagi gozlerini hatirliyorum, bir de gecenin karanligina gomulmus adanin yaydigi huzurun denize yansimalarini. Sonrasi deliksiz, kisa bir uyku ve sabah her firsatta ucundan kenarindan denizi gormeye calistigimiz telassiz ama cabuk bir kahvalti.

20120219-211236.jpg

Her yeni bir yerdeki ilk gun gibi, bu gunumuz kesifle, Palau’nun insani, kulturu, dilleri, halk hikayeleri gibi konularda ipuclari yakalama cabalariyla gecti. Bugunun sonunda hayalkirikligiyla anladim ki Palau’da hayat sadece otellerin sinirlari icinde geciyor. Otellerin disinda gunduz yada gece, sahilde oturup cayimi yudumlayabilecegim, guzel muzik dinleyip, guzel vakit gecirebilecegimiz bir bolge yok. Varsa da biz defalarca sormamiza ragmen ogrenemedik. Yani soyle Bali’nin Sanur’u yada Jimbaran’i gibi bir yer yok. Yerel el sanatlarini gorebilecegimiz tek yer merkezdeki kucuk muze ve yemek yiyebilecegimiz yerler alisveris merkezi denen kucuk binalarin icindeki yerlerle sinirli.

Bugun onemli bir is hallettik, otelleri gezdik. Gorduk ki butun oteller brosurlerine ayni beyaz kumsal resmini koymuslar ama sadece uc tanesinin gercekten denize kiyisi var. Brosur ve internet sitesinde cennetten bir kose goruntusu veren bazi otellerin, pansiyondan bile daha dusuk standartlarda oldugunu gorduk. Ama bu arada cok hos yonetilen, karakteri olan yerlere de gittik. Diyecegim su ki, Palau oyle gozunuzu kapatip gelinecek bir yer degil. Her otel cennetten cikma degil, aman dikkat.

Burada dalis disinda da yapilacak pek cok sey var gibi gorunuyor. Daglarda trekking, hatta kamp yapmak mumkun. Atv gezileri, selale gezileri gibi ilginc secenekler var. Biz gozumuzu ucak gezisine diktik. Son gun ucakla mantar adalarini ustunde gezip cekim yapmak istiyoruz, umarim gerceklestirebiliriz. Ancak her aktiviteye de gozu kapali atlamamak gerekiyor. Brosurlerden birinde timsah dalisi oldugunu gorduk ve ilgilendik. Ancak biraz sorusturunca bunun tutsak bir timsahla yapilabilecek cekimler oldugunu ogrenince hevesimiz kursagimizda kaldi. Bu tur bir dalis prensiplerimize aykiri oldugundan hemen vazgectik.

20120219-211524.jpg

Yarin dalislara basliyoruz. Bugun islanamadigimiz icin zor gecti. Ama otelleri gezerek onemli bir isi halletmis olduk, hem de butun Palau’yu gezmis olduk. Buranin ekonomisi tamamen dalis uzerine dayaniyor gibi gorunuyor. Butun reklamlar, butun oteller dalicilara yonelik. Dalis merkezi cok buyuktu ve son derece profesyonel yonetildigi izlenimi birakti bende. Ekipmanlari, kurulu sistemi, elemanlari, tekneleri, herseyini begendim. Bakalim sualti nasil ?

Palau’ya Yolculuk

Uzun zamandir gitmek istedigimiz bir yerdi Palau. Gitmek isterdim de, okyanusun ortasinda 20 bin nufuslu bir devlet oldugundan haberim yoktu. Filipinler’in 500 mil dogusunda, Japonya’nin 2000 mil guneyinde, tam anlamiyla Pasific Okyanusunun ortasinda bir adaymis meger. Bolgedeki Amerikan egemenliginden payini 1978’e kadar alip, 1981’de Amerika bu adalari kismen rahat biraktiginda bagimsizligini ilan edip Palau Cumhuriyetini kurmuslar.

Yuzolcumu 459 km2 nufusu da 208’de yapilan sayima gore 21 bin kisiymis. Tarihleri bouunca pek cok bayrak dalgalanmis topraklarinda. Kendi devletlerine sectikleri bayrak ise masmavi bir zemin uzerine sapsari, yuvarlak bir gunes. Henuz yoldayiz, Palau’ya ulasmadik ama bu bayrak bu tatilin guzel gececegi mesajini veriyor bana.

Manila uzerinden gidiyoruz Palau’ya. Bu ada devletciklere Amerikan havayollari ucuyor. Okyanus ortasindaki Amerikan hakimiyetinden pek bir bihaber oldugumdan, bu yolculugu planlamaya basladigimizdan beri saskinlik ustune saskinlik yasiyorum. Mesela Guam adasina ayak basailmek icin Amerikan vizesi gerektigini, Amerikan havayollarinin butun el bagajlarini ve yolcularin ustlerini baslarini didik aradigini hic bilmiyordum.

Manila havalimaninin dunyanin en kotu 10 havalimani arasinda oldugunu duydugumda pek inandirici gelmemisti. Hatta o dunyanin en kotu 10 havalimani listesinde Jakarta’nin olmamasini ilginc bulmustum. Gorunce hak verdim, gercekten kotuymus. Su icmek istedik, ancak bufelerin hicbirinde kredi karti gecmiyordu. Doviz burosu yada atm icin ise gumrukten disari cikip tekrar ulkeye giris yapmak gerekiyordu. Bufelerden birinden dolar bozmasini rica edip icebildik bir sise suyu. Filipinliler gordugumuz kadariyla gayet guleryuzlu, guzel Ingilizce konusabilen, yardimsever insanlar.

Ucaga gecmek icin kapiya geldigimizde ise, simdiye dek gordugumuz en ilginc guvenlik kontroluyle karsilastik. El bagajlarimizi acip, icindeki herseyi cikarip, cantanin butun gozlerini elle aradilar. Cantanin icindeki butun kutulara, torbalara tek tek baktilar. Butun lenslerin kapaklarini acip icine baktilar. Elmalarimiz bile evirip cevirip birsey aradilar. Sonra yan tarafa gectik ve yine elle yapilan bir vucut kontrolunden gectik. Daha sonra yanyana alcak tabulere oturmus memurlari gosterdiler. Bizim sokakta ayakkabi boyayan cocuklar gorunumundeki bu adamlarin onune oturdugumuzda ayaklarimizi onlerindeki basamaklara koyalim mi, koymayalim mi bilemedik. Adamlar bize ayak masaji mi yapacaklar yoksa ayakkabilari mi boyayacaklar diye gulusurken ayakkabilarimizi evire cevire incelediklerini gorduk. En pis is bunlarinkiydi herhalde, zaten onlar da durumlarindan memnun gorunmuyorlardi. Neyse, ayakkbilar da temiz cikinca salona gecebildik.

Uzun yolculugun ardindan sabah 3 gibi Palau’ya vardik. Biz yattigimizda horozlar otmeye baslamisti. Bugun kesif gunu, bakalim Palau nasil bir yermis.

UUO (Unidentified Underwater Object)

Gecenlerde dalisli bir tatil icin Malezya’nin Mabul adasindaydik. Sipadan’in Barracuda Point adli dalis noktasi her zamanki yine harikaydi. Kopekbaliklari, koca kafali papagan baliklari, barakuda ve akya suruleri hepsi yerli yerindeydi. Gercekten cok acayip dalislar yaptik bu noktada ve baska hicbir yere dalmak istemedik. Dalislardan birinde daha once hic gormedigimiz bir canliya rastladik. Fotografini cekmeyi basarabildik, taniyan eden varsa bilim adina ortaya ciksin.

sevgiler OIP‘cim 🙂

>Passage

>Waigeo ve Gam adaları arasında yer alan, yaklaşık 5 metre derinliğinde, zaman zaman nehir hissi veren fiyord benzeri, çok özel bir coğrafi oluşuma sahip bir yer Passage. Denizin kireçtaşından kayaları oymasıyla ortaya çıkan yüzlerce mantar adacıktan meydana geliyor. Bu adacıkların çoğunun üstü yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplı. Bazı yerlerde kıyılar tamamen mangrove ağaçlarıyla çevrilmiş. Bu ilginç yer, biyolojik açıdan sağladığı benzersiz şartlar sayesinde okçu balıkları (hani suyun hemen altında durup, suyun üstündeki böcekleri, ışığın kırılmasını falan hesaplayarak, doğru açıda su fışkırtıp suya düşüren ve yiyen balık var ya, işte o) gibi çok nadir canlı türlerine de ev sahipliği yapıyor.

Biz ise buraya gitmek için ne kadar sabırsızlansak da, yağmurlu hava yüzünden iki gün beklemek zorunda kaldık. Bu geziyi yapabileceğimiz tek uygun gün geldiğinde ise şansımız yaver gitti ve güneşli harika bir gün hediye etti bize doğa. Biz de o muhteşem güzellikleri parlak güneş altında tüm ihtişamıyla yaşayabildik. Yesil ve mavinin arasindan iki kucuk tekneyle ilerledik.


Bazi yerlerde deniz oyle durgundu ki, neresi gok, neresi deniz ayrimina varamadik. Yansimalar ruyada oldugumuz mesajini verip durdu beynimize.

Labirent gibi dizilmis adaciklarin arasinda kaptanimiz yolunu nasil buldu sasirdik. Tamamen kapali gibi gorunen yerlerde bile daracik gecis yollari bulup bizi cennet gibi koylara cikardi.

Bu koylardan birinde buz gibi bir tatli su kaynagina getirdi bizi ve tatil boyunca buldugumuz en tuzsuz suyla guzel birer dus aldik hepimiz.

Dustan sonra teknelerde piknik yaptik ve ogle yemegimizi yedik. Piknik sepetleri hazirlanirken catal bicagin unutulmus oldugu ortaya cikti. Tabii ki bu kucuk detay keyfimizi hic kacirmadi. Kaptan bazilarimiza karpuz kabugundan kasik yapti. Bazilarimiz karadan topladiklari dal parcalarini cubuk gibi kullanarak yedi yemegini, bazilarimiz elleriyle daldi pilava. Yemek yerken yanimizdan bir balikci gecti, bizim az once dus aldigimiz kaynaga gitti, su aldi, yikandi, belki o da yemek molasi verdi bizim gibi…

Buralara kadar gelip dalmamak olmaz. Hem snorkelle gezdik, hem de daldik.

Donus yolunda koylardan birine yerlesmis bir aile gorduk. Anne baba evin tepesinde kurutulacak baliklari ipe diziyor, cocuklar kumsalda oynuyordu.

Bir yerde durup bu kafataslarini gosterdi bize rehberimiz. Ikinci dunya savasindan kalma ve Japon askerlerine ait olduklari tahmin ediliyor. Denizin dibinde bulduklari bu kemikleri, yerli balikcilar saygi ifadesi olarak oradan cikarip, kayaliklara koymuslar.

Yine bu guzel adaciklarin arasindan suzulerek otelimize geri donduk. Butun gun suren, uzun bir geziydi, yine de bitsin istemedik. Bu guzellikleri iyice beynimize kazimak, icimize cekmek icin susup izledik sadece.

>Sardine Reef

>Ekvatorda hava saat 6 gibi kararmaya başlar. Bu yaz kış böyledir. Zaten yaz kış diye birşey yok ya, ıslak ve kuru mevsim var. Sabah 5’e doğru doğan güneş akşam 6 gibi batar senenin her günü. Vahşi doğada hayvanların avlanma saati genelde havanın yarı karanlık olduğu zamanlardır yani ya sabah gün doğarken, ya da akşam gün batımı öncesidir. Bu karada da, denizde de aynıdır.

Uçakla turladığımız gün ilk dalışı kaçırdığımız, ikinci dalışa da geç girdiğimiz için son dalışımız tam gün batımı öncesine geldi. Dalış noktamız Sardine Reef’e adını veren büyük sardalya sürüsü kafamızı suya sokar sokmaz karşıladı bizi. Büyük balık küçük balığı yer ya, sardalya sürüsü olan heryerde her türlü büyük balıkla karşılaşabileceğimizin bilinciyle gözlerimiz parladı sürüyü görünce. Resifi dolaşmaktan vazgeçip, sürünün olduğu yerde durmaya ve olacakları seyretmeye karar verdik. Akıntı biraz yoğun olduğundan ben kendime bir kaya arkası bulup, etrafı izlemeye koyuldum. Tunç ise mercanlardan büyülenmişti. Haksız da değildi aslında, orman gibiydi mercanlar. Ancak Tunc mutlu mesut, mercan fotoğrafı çekerken, arkada hareket başlamıştı. Kocaman akyaların, sinaritlerin ve orkinosların sardalya sürüsüne ve yanındaki akya sürüsüne dalışlar yapmaya başlamasına, gri resif köpeklabıklarının sürünün etrafında daireler çizmesine benim ısrarlı uyarılarıma rağmen kulak asmadı. Ta ki o sesi duyana kadar.

Hani sualtı belgesellerinde büyük balıkların ani hareketlerinde bir ses efekti kullanılır ya, bilir misiniz? Su altında hava regülatörün içinde haeket ederken çıkan sesi andırır ama daha derinden gelen, daha boğuk, ani ve kısa bir ses. İşte Tunç’un kafasını mercanlardan kaldırmasına bu ses sebep oldu. Birlikte dikkat kesilip sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştık. Anladık ki, orkinosun dev gövdesinin balık sürülerine jet hızıyla saldırırken çıkardığı ses bu. Derken göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zamanda orkinos inanılmaz bir hızla saldırarak bir adet akyayı kafa kısmından yedi, hemen arkadan gelen gri resif köpekbalığı da kıvrak ve hızlı bir hareketle diğer yarısını kaptı. Köpekbalığı akyayı kaptıktan sonra bir saniye durdu, gözgöze geldik ve arkasını dönüp gitti.

Gözlerimize inanamıyorduk. Daha önce köpekbalıklarının insanlar tarafından beslendiğini görmüştük ancak doğal olarak avlanmasına ilk kez şahit oluyorduk. Bütün bu anlattıklarım çok hızlı olup bittiği için hiçbirini görüntüleyemedik. Orada saatlerce kalıp bu sahneleri seyredebilirdik, ancak dalış saatlerimizin uyarısına kulak verip, dekoya girmeden sudan çıkmak üzere hareke geçtik. Sardine Reef’e başka dalış yapamadım ancak olur da bir daha Raja Ampat’a gidersem, yanımda mutlaka video kamera olacak ve bu noktaya en az 3-4 tane gün batımı dalışı yapacağım.