issiz bir adada cocuklarla tatil

Issiz ada dedigime bakmayin, o kadar da issiz degil. Benzin oldugu surece dis dunya ile iliskimiz var. Jenerator calistigi surece internetimiz, tekneler gidebildigi kadar ulasimimiz var. Zaten yan koye yuruyerek gecebiliyoruz. Ama modern dunyanin nimetleri yok. Televizyon yok, alisveris merkezleri, sinemalar, oyuncaklar yok. Peki boyle bir yerde iki cocukla uc hafta boyunca ne yaptim? Biraz on hazirlikla inanilmaz keyifli, kesif dolu gunler gecirdik. Zaten ilk iki hafta dort cocuktular. Baran Abi’leri ve Alisha vardi.

Uzunca bir vakit gecirecegimiz icin, daha gitmeden kara kara dusunmeye baslamistim onlari nasil mesgul edebilecegimi. Ikisi icin de, kendi seviyelerinde matematik ve yazma alistirmalari basmistim. Raja Ampat’ta gel git cok yogun yasaniyor ve gozlenebiliyor. O yuzden gitmeden once basitce gunes sistemi, ay ve ayin cekim gucunun denizleri nasil etkiledigine dair egitici videolar seyrettik, konustuk, hatta dans ederek kim kimin etrafinda donuyor diye temsili canlandirdik. Ayin hallerini not edebilmeleri icin bos kagitlar bastim gitmeden once. Tropik kus ve bitki kitaplarimizi da bavula koymayi unutmadim. Kus gozlemi icin onlarin rahat kullanabilecegi kucuk bir durbun ve gece yuruyusleri icin kafaya takilabilen fenerler aldik. Mayolar, deniz gozlukleri ve paletleri de alinca hazirliklarimiz tamamlanmis oldu.

Adaya ilk varisimiz ogleden sonrayi bulmustu. Cocuklar uzun zamandir ballandir ballandira anlattigimiz dogayi kesfetmek icin sabirsizlaniyorlardi. Biraz sakinlesmeleri icin Tunc, yemek sonrasi onlari macera yuruyusune cikarma sozu verdi. Bu vaatle yemekler hapur hupur yendi. Yemek sonrasi kafa fenerlerini dagittik ve ormanin kenarinda yuruyuse ciktik. Buyuk, kucuk buldugu her canliyi yepyeni bir kesifmis gibi anlatti cocuklara Tunc. Minik bir yengeci dakikalarca inceleyip, pesinden kosturdular. Agaclari, orkideleri, kertenkeleleri incelediler. Karanlikta yagmur ormaninda dolasan Jones ve Lara Croft’tu onlar.

Daha sonraki gunler bu macera yuruyusleri geleneksellesti. Cocuklar her sabah Tunc’a “Bugunku maceramiz ne?” diye sorar oldular. Orman yuruyuslerine alternatif olarak gece karanliginda parildayan planktonlari gozleme isini ekledik macera listemize. Iskelenin en alcak yeri, sular yukseldiginde bilek hizasina kadar su altinda kaliyor. Gece zifiri karanlikta burada ayakta durup sulari elleriyle hareket ettirdiklerinde plantonlarin piril piril parladigini gorduler. Gecenin gec bir saati suyla oynamak da ayri bir zevk tabii.

Ikinci haftanin basinda, guneslenme guvertesine uc tane hamak kurduk. Dort cocuk ve uc hamak once biraz anlasmazliga, sonra bol kahkahali oyunlara sebep oldu. Ara ara ilgi odaklarina gore gruplasmalar olsa da, genel olarak iletisimleri gayet saglikliydi.

Gunduzleri mumkun oldugunca tekne gezilerine goturmeye calistik. Ancak islerimiz ve hava musait olmadiginda iskeleden yuzduk. Yuzme saatlerini hava ve akinti durumuna gore ayarlamamiz gerektigi icin basit hava tahmini konusunda bayagi bir tecrube kazandilar. Gel ve git arasinda akintilarin yogun oldugunu, en alcak ve en yuksek zamanlarin yuzmek icin ideal oldugunu ogrendiler. I-phone’un gel-git aplikasyonunu kullanarak yuzme saatlerimizi planladik. Ayrica bu tur acik denizlerde uyulmasi gereken basit guvenlik kurallarini ve dalis (yada yuzme) planlamayi da ogrenmis oldular. Akinti ipinin onemi, yuzmeye akintiya karsi baslayip, akintiya kendini birakarak geri donmeyi yasarayak ogrendiler.

Iskelenin alti ve cevresi cok canli. Raja Ampat sulari zaten dunyanin en zengin denizleri. O yuzden cok ama cok fazla deniz canlisi gorduler. Baliklarin isimleri ve yavas yavas ailelerine giris yaptik. Tas baligi, iskorpit ve aslan baliginin ayni aileden olduklarini, Marron Clownfish’in diger anemon baliklarindan farkli bir aileden oldugunu ogrendiler. Mercanlarin yumusak ve sert olanlarini bakarak ayirdetmeyi ve en onemlisi, hicbir mercanin ellenmemesi gerektigini ogrendiler. Kaplumbaga, ahtapot, muren, papagan baligi gibi buyuk canlilari gormek onlari cok heyecanlandirdi.

Yuzmedikleri zamanlarda vakitlerinin cogunu yengec ve bocek pesinde gecirdiler. Ozellikle Arda, yengecleri ve bocekleri eline almaya bayiliyor. Onlara zarar vermeden, konusa konusa elinde gezdirdi herbirini. Minicik bebek yengecler, kabugu dar gelip daha buyuk kabuk bulmak uzere ciplak bir sekilde yola cikmis yengecler, dunyanin en guzel evine sahip cici bici yengecler buldular. Arda’nin cekirge ilgisi iyice tavan yapti, ormana dalip dalip cekirge bulmaya calisti. Ilk hafta agaclardan sarkan tirtillar ve kozalar, son hafta kelebege donustu. Rengarenk, koskocaman kelebekleri gozlediler, ellerine cicek alip cicek taklidi yapip, kelebeklerin ustlerine konmasini saglamaya calistilar.IMG_4524

Kus gozlemi yeteri kadar yapamadik diye dusunurken, arka taraftaki agaclardan birine kirmizi yanakli, dev bir kara papagan dadandi. Onlarin elinde durbun, bizde fotograf makinasi, bu kusun pesinde kostururken, kus gozleminin tadini da aldilar. Sabahlari ucusan papagan surulerini, kahkaha atan bet sesli kargayi, kartallari gormeye basladirlar. Baykusun sesini duydular. Aksam balkonda unuttugumuz muzlari yiyen yarasayi gormeye calistilar. Gece kuslarindan konustuk, neden kocaman gozlu olduklarindan, neler yediklerinden bahsettik.

Bulutsuz gecelerde gokyuzunu seyrettik. Samanyolu’nu bembeyaz bir serit gibi gorduk. Tunc onlara Guney yarimkure’de yildizlarin nasil Kuzey’den farkli gorundugunu ve bulundugumuz yerden galaksinin merkezine baktigimizi anlatti.

Ruzgar Guney’den esip, bize serin hava ve yagmur getirdiginde cocuklar yine herseyin en cok tadini cikaranlar oldular. Semsiye ve yagmurluklari kapip yagmur altinda dolasmaya bayildilar. Ozetle, her anin doya doya tadini cikardilar. Hem eglensinler, hem dogayi sevsinler hem de birseyler ogrensiler istiyordum. Hepsi de gerceklesti.arda in rain
Tatilin en caprici anisi ise benim icin bambaska bir seydi. Iscilerden biri bir gun bir cuscus yavrusu yakalayip bize getirdi. Cocuklar once cok heyecanlandilar. Ancak adamin hayvani bir kutuya koydugunu gorunce bakislari degisti. Adam hayvani evcillestirip otelin maskotu yapmak istiyormus meger. Lara’nin koca gozlerinde yaslar parlamaya basladi. “Ama Papua Explorers hayvanlari tutsak yapmaz, hayvanlari kurtarir, yardim eder. Bizim bu hayvani serbest birakmamiz gerekir” diye karsi cikti duruma. Adama derdimizi anlatamadik. Baktim cok uzuluyorlar, “uzulmeyin, gerekirse gece herkes uyurken gizlice serbest birakiriz” dedim. Bu sefer Arda ve Baran karsi cikti bu fikre. “Adam uzulebilir yada kizabilir” dediler. Sonunda Tunc hayvani serbest biraktirdi da, cocuklar rahatladi. Onlarin duyarliliklari, boyle bir bilinc seviyesine ulasmis olmalarini gormek beni cok etkiledi.

Ruya gibi gecti gitti zaman. Daha anlatacak cok hikaye var, yavas yavas, zaman buldukca yazacagim.

Ruya

Iki haftadir otelimizde kaliyoruz. Pinterest’te isaretleyip durdugum resimlerden birinde yasiyoruz adeta. Hayal kurarken birden icine dusuvermis olmaliyim, ruyama elimle dokunabiliyorum cunku. Yaklasik bir yildir bu ruyayi gerceklestirmek icin biz destegimizi uzaktan verdik hep, olani biteni, gelismeleri masal gibi dinledik. Simdi herseyi kendi gozlerimle gorunce, gorduklerim mucizevi bir sekilde buraya bizler icin kondurulmus gibi geliyor.

Hala hersey tam degil, restoran ve dalis merkezi insaati devam ediyor. Mutfak personeli ilk kez bizimle misafir agirlamayi deneyimliyor. Onlari su anda hayal edemedikleri bir duruma hazirlamaya calisiyoruz, heyecanla, merakla ogreniyorlar. Odalari susleyip, dekore ediyoruz yavas yavas. Cok begenerek aldigimiz objelerin bir araya gelip, dort duvara hayat verisine sahit oluyoruz. Oyle heyecan verici ki. Burayi bitmis, ici misafirlerle dolu hayal ettigimde karnimda kelebekler ucusuyor.

Doga herseye hakim. Dogaya teslim olup, gunleri onun akisinda yasamayi ogreniyoruz hepimiz. Yaklasan firtinayi onceden gorebilmeyi ve duyabilmeyi, bulutlari okumayi, ayi ve gelgitleri takip etmeyi, baliklara bakarak akintilari gormeyi ogreniyoruz.

Butun bunlarin tadini en cok cocuklar cikariyor. Gunesli gunlerde denizde egleniyorlar. Iskeleye kurdugumuz iki hamakta gunun her saati keyif yapiyorlar. En cok dogaya uyum saglayan ve her anindan keyif alan ise Arda. Cekirgeler, orkideler, kabuklu ve kabuksuz yengecler, deniz kabuklari, taslar, mercan kiriklari, kuma dusmus agac parcalari, insaattan artan tahta parcalari gun boyu mesgul ediyor onu. Elinde ya bir cekirge, ya bir yengec var cogu zaman. Yagmur yagdiginda ve diger cocuklarin yuzu dustugunde, o semsiyesini alip yagmurda gezmeye bayiliyor. Iskele boyunca yuruyup denizi seyrediyor. Odadan cikamadigimizda, insaat artiklarini tahta blok olarak kullanip koskocaman robotlar, evler insa ediyor.

Yarin donuyoruz. Sehir hayatini hic ozlemedik. Yanimizda hic oyuncak getirmememize ragmen, cocuklar oyuncaklarini bile ozlemediler. I-pad ve telefonlar hep ortalikta ama cocuklar bunlarin yuzune dahi bakmiyor. Teknolojiyi dogayi daha iyi tanimak icin kullaniyoruz sadece. Gelgitleri takip etmek, yildizlara ve hava durumuna bakmak, gordugumuz canli ve bitkiler hakkinda bilgi edinmek icin elimize aliyoruz telefonlari genelde.

Kisa bir sure sonra tekrar gelecegiz. Ayrilik huznu coktu ustumuze ama bir sonraki gelisin tesellisi simdilik yetiyor. Bu cennetten bir parca payimiza dusmus olmasi ne buyuk bir mucize.

20130724-190912.jpg

Raja Ampat’ta sabah

Papua’dayim yine, en bati ucunda, kus kafasi seklindeki yarimadanin onundeki minicik adalardan birinde. Dusuk olcekli bir dunya haritasinda gorulmesi mumkun olmayan bir noktaciktayim.

Sabahlari tropik kuslarin sesleriyle uyaniyorum. Papagan, baykus, balikcillar ve daha adini bilmedigim bir suru kusun sabah sarkilariyla, dalgalarin ve denizden atlayan baliklarin sesleriyle karsiliyorum gunun ilk isiklarini. Ama bu sabah farkli bir sesle uyandim, digeradoo, davul ve sarki soyleyen insan sesleri ile.

Merakla kalkip terasa ciktim. Tam karsimizda, tekneyle yaklasik 15-20 dakikalik mesafede bir koy var. Koyde bir toren yapildigini hayal ettim, ipuclari yakalamaya calistim. Ama sesler ciliz iki isikla uzaklasinca ve sarki bitip yenisi basladiginda bu seslerin bir balikci teknesinden geldigini farkettim. Hayalimdeki kabile toreni degilmis , sadece halk turkulerini dinleyerek ava cikan bir balikciymis meger. Gene de kabilesel ezgiler, egzotik sesler ve guclu ritmden olusan balikci sarkisi sabahima pasparlak nefis bir renk katti.

Kahvaltidan sonra resmi gorevim olan, cocuklari yuzdurme isini ihmal etmeden ve geciktirmeden gerceklestirdim. Akinti cikip cocuklari cikarinca da iskele onunun tadini cikardim. Akintiyla birlikte butun baliklar saklandiklari kovuklardan ciktilar. Dev istiridyeler beslenme umidiyle acilip o muhtesem renklerini ve desenlerini sergilediler. Buzulmus anemonlar, mercanlar, sungerler butun heybetleriyle, biraz daha fazla plankton yakalayabilmek icin ortaya ciktilar. Minik sari kafali, siyah beyaz cizgili govdesi olan bir deniz yilaniyla gozgoze geldim, basini sokacak bir delik bulmak icin uzaklasti gitti. Iskelenin altini doldurmus olan gumus baligi surusunun icine daldim, sigdan masmavi derinligi seyrettim balik kalabaliginin arasindan. O derin mavinin taa icinde, goremedigim, ama benim varligimdan haberdar olan canlilari selamladim. Bir elimle iskeleye tutunup, hareketsiz, sessiz, oylece durup izledim, ne muhtesem bir gezegende yasadigima sukrettim.

Ogleden sonra ‘bugunun macerasi ne baba?’ diye baslarlar sormaya. Belki yagmur ormanina yuruyus yapariz, belki tekneyle bembeyaz bir kumsala gideriz, belki bizim koyun hemen arkasindaki mantar adalari arasinda geziniriz. Kim bilir? Bu muhtesem doganin kucaginda her animiz mucizelerle dolu.

20130722-130504.jpg

10

“10 sene, vay beee” diyoruz hala aklimiza geldikce. Yillari hic saymadik, nasil gectigini de anlamadik zaten. 10 yil hep cok uzaklarda gibi gelirdi. Zaman zaman aklimiza geldiginde, 10’uncu yilimizi nasil kutlayacagimiza dair hayaller kurduk biraz, ama cok da ustunde durmadik. 2012 gelip cattiginda farkettik gecen yillarin onu buldugunu ama cok da gelmedi dogrusu. Birlikte yaslanmayi isteyince, 10 da ne ki?

Ikimiz icin de yogun bir donemdi, uzun uzun kacamayacaktik bir yerlere. Ama ozel olsun istiyorduk, ailece Lombok’a gidelim dedik. Gecmis seyahatimizden tadi damagimizda kalan Gili Trawangan adasina gittik bes gun oncesinden.

Gili Trawangan cok keyifli bir yer. Dalislari cok parlak olmasa da yemesi, icmesi, sahili, denizi cok guzel. Gili Trawangan ile ilgili izlenimlerimi Turkce burada, Ingilizce de surada bulabilirsiniz. Burada Gili Trawangan’i anlatmayacagim. O yazdigim yazilarda yazmayanlari anlatacagim 🙂

Yildonumumuzden iki gun once, dalistan gelip havuz kenarinda cocuklarin yanina gectik. Aslinda iki saatimizi denizde gecirdikten sonra havuza girmeye hic niyetimiz yoktu ama cocuklarin israrina dayanamayip girdik. Biraz onlarla oynadiktan sonra havuzin icindeki bara oturmus bulduk kendimizi. Barmen cok basariliydi, “happy hour, bir kokteyl alana ikincisi bedava” kampanyasiyla elimize kokteyl menusunu tutusturdu. Once bir kokteyl ictik, cok begenmedik. “acaba bu daha mi iyi?”, “sunu da deneyelim bari” derken daha aksam olmadan kafalari bulduk. Aksam yemegini yiyip, tonlarca su icip ancak kendimize geldik. Bir daha da pool bar’a happy hour zamani yaklasmadik.

7.Eylul aksami geldiginde, guzel guzel giyinip suslendik hepimiz. Nerede yemek yiyecegimize karar vermemistik, daha dogrusu ben oyle saniyordum. Restoranlarin onunde soyle bir yuruduk, karar veremeyip geri donduk. Tunc, otelin restoranini gecip yurumeye devam edince, “orada da mi restoran varmis?” diye sordum saf saf. Muzip gulumsemesinden anlamaliydim ama “ya, evet, bir bakalim ne varmis” deyince gercekten de hic suphelenmedim.

Derken yoldan garsonlar bizi karsilayinca ve kumsala hazirlanmis romantik gazeboyu gorunce anladim beni bekleyen surprizi. Kumlarin ustunde bir gazeboyu, mumlar ve tullerle suslemislerdi. Yolumuz mumlarla, ciceklerle bezeliydi. Ruya gibi bir yemek yedik ailece. Arda ve Lara oyle etkilendiler ki, hala yedikleri en guzel yemegin o gece oldugunu anlatip duruyorlar. Cocuklar yemekten sonra yorulup yatmak istediler. Biz de canli muzik olan kisma gecip caylarimizi yudumladik.

Harika bir yildonumu kutlamasiydi. Ama daha da harika olan askla, omuz omuza gecen 10 yilin bizlere verdigi armaganlar aslinda. Cocuklardan bahsetmiyorum, tabii ki onlarin ebevyeni olmak dunyadaki en ciddi ve guzel isimiz bizim. Bahsettigim, birlikte ilerleyisimiz, birbirimize verdigimiz destekle hayatimizin her konusunda birbirimizi daha iyi insanlar haline getirmemiz, birbirimizi tamamlayisimiz, kendimizi tanimak icin birbirimize verdigimiz cesaret. Insanin yaninda yoldasi, ruh esi olunca katedilecek yollarin her biri bir oncekinden heyecanli ve guzel. Nice 10’lara…

Betel Nut Kafasi

Bu yazi Asya’da yayginca kullanilan, keyif verici bir madde ile ilgili. Bitkilerin Turkce isimlerini bilmedigin icin Ingilizce adlarini kullanacagim, Turkce’sini bilenler yorumlara yazarsa sevinirim.

Papua’ya ilk gittigimde, yerlerdeki koyu kirmizi lekeler dikkatimi cekmisti. Daha sonra bunlarin tukuruk izleri oldugunu ogrendik. Insanlar, keyif verici, agizlarini kipkirmizi boyayan bir bitki cigniyorlardi ve bunu tutun gibi tukuruyorlardi. Iste yerlerdeki kirmizi lekeleri olusturan bu bitkinin cignenmis kalintilariydi. Endonezya’li bir arkadasimizla sohbet ederken bu bitkiyi sormus, konu bizim konusmaya pek alisik olmadigimiz yerlere gidince alelacele kapatmistik.

Bu bitkisel kafa bulma islemini Palau’ya gidene dek animsamamistim. Palau’ya adim attigimiz ilk gece, bizi karsilamaya gelen minibusun on kisminda “no chewing and spitting in this car” (bu arabada cignemek ve tukurmek yasaktir)  diye bir not gormus ve anlam verememistim. Zaten sabahin 3’u oldugu icin fazla ustunde durmamis, Tunc’a gostermekle yetinmistim. Ertesi gun tekneye gittigimizde, dalis liderimiz olan genc kizi tekneden tukururken gordum. Tukurugu kirmiziydi ve tukuruyor mu, kusuyor mu emin olamamistim. Insanlarin uzuntuden verem, koturum ve kor oldugu Turk filmlerini seyrederek buyumus bir neslin bireyi olarak, ilk aklima gelen “ayy kizcagiz verem olmus, kan tukuruyor!” oldu ama kendime gelmem uzun surmedi. Kiz tukurmesini bitirip dondugunde, yuzunde herhangi bir rahatsizlik ibaresi yoktu. Tam tersi gayet keyifliydi, dislerindeki kizilligi gostere gostere gulumseyip duruyordu.

Teknedeki gunlerim bu kizi izlemekle gecti. Sabahlari tekneye biner binmez, hasir, kucuk bir cantadan once yesil, ceviz buyuklugunde ama sekil olarak caglaya benzer bir meyve cikariyor, bu meyveyi ozenle ikiye boluyor, icindeki cekirdek gibi kismi cikarip atiyordu. Sonra hasir cantasindan kucuk, plastik bir sise cikariyor, meyvenin icine beyaz bir toz serpiyordu. Yine hasir cantadan bir tomar yesil yaprak cikariyor, bir parca yaprak koparip meyvenin icine koyuyor ve son olarak sigara paketinden cikardigi bir sigaradan 1cm kadarlik bir parca kopariyor ve oldugu gibi bunu da meyvenin icine koyuyordu. Sonra bu koskoca kimyasal sandvici agzina atiyor, hersey lif lif olana kadar yavas yavas cigniyor ve agzinda biriken tukurugu de denize tukuruyordu.

Kizi gizli sakli izlemek beni tatmin etmeyince, dayanamadim, dedim ki, “ gel karsima, su seyi benim onumde hazirla da rahatlayayim”, o da “tamam” dedi, kucuk hasir cantasini aldi geldi.

Meger efendim bu meyve dedigim sey betel nut denilen bir bitkiymis. Kullandigi yapraklar da ayni bitkinin yapraklari. Icine koydugu toz kirec tozuymus, katalizor olarak kullaniyorlarmis. Sigarayi kagidiyla eklemesinin sebebi de tutunun cabuk dagilip gitmemesiymis. Kanser yaparmis, zararli bir aliskanlikmis. Ancak lise yillarinda bunu kullanmayan cocuklar dislandigi icin baslamis. Sonra da birakamamis.

Arastirinca bu bitkinin Hindistan, Cin veTayvan’dan Guneydogu Asya’ya ve Pasifik’e uzanan genis bir cografyada kullanildigini ogrendim. Areca palmiyesinin (areca catechu) tohumuymus. Kullanildigi yerlerin halk masallarina, geleneksel rituellerine girmis. Vietnam’da kiz isteme toreni bunsuz olmazmis. Dugunlerde de betel nut servis edilirmis. Malaylar, evlerine gelen misafirlere bizim cay ikram ettigimiz gibi, tepsi icinde betel nut ikram ederlermis. Sri Lanka’da krallarin betel nut icin, surekli yaninda gezdirdigi bir adami olurmus. Rahatlatici etkisi ve nefesi ferahlatan kokusu yuzunden sevgililer arasinda da ayri bir onemi varmis. Maldivler’de, Malezya’da ve Tayland’da bu bitkinin adiyla anilan koyler, kasabalar falan varmis. Bazi yerlede yas, bazi yerlerde kuru bitki cignenirmis.

Etkileri hafifmis ancak karsinojen oldugu bilimsel calismalar sonucu kanitlanmis. Hatta obeziteyle de yakin iliskisi oldugu tesbit edilmis ki, Palau’daki genel tombullugu aciklayabilir.  Birlesik Arap Emirlikleri disinda butun ulkelerde kullanimi ve satisi yasalmis.

Sevimli denizanalari

Palau cok eskiden tamamen deniz altindaymis. Sular cekildikce bu adaciklar cikmis ortaya. Deniz cekilirken, yukseklerdeki bazi buyuk cukurlar deniz suyuyla dolu kalmis. Palau’da yetmis adet civarinda tuzlu su golu bulunuyormus, bunlardan 4 tanesinde denizanasi yasiyormus ve sadece bir tanesi kamuya acikmis. Iste biz bu gole, pembe denizanalarini gormeye gittik.

Bizim yuzdugumuz gol yaklasik 30 metre derinligindeydi. Derinligine ve diger bazi verilere gore bu golun 12 bin yasinda oldugu tahmin ediliyor. Golun sadece ilk 15 metresinde oksijen var. Fotosentez yapan bir cesit bakteri katmaninin altinda su zehirli. Hidrojen sulfat orani 15’inci metreden itibaren giderek artiyor. Iste bu yuzden bu golde dalis yapilmiyor. Hidrojen sulfat deri vasitasiyla emilerek zehirlenmeye sebep verebilir diye dusunuluyor. Sadece yuzeyde snorkel yapilabiliyor.

Golde rengini simbiotik bir iliski icinde oldugu bir cesit algden alan, Golden Jellyfish yani altin denizanasi disinda birkac balik cesidi de yasiyor. Bu denizanalarinin en buyuk ozelligi, dogal ortaminda herhangi bir dusmani olmadigi icin kendini koruma mekanizmalari zayiflamis olmasi. Zehirli hucreleri mevcut ancak zehiri o kadar gucsuzlesmis ki ancak cok hassas bunyeler tarafindan hissedilebilen bir carpma etkisi mevcut. Ben o kadar huylanmama ragmen, duruma psikolojik uyum sorunu disinda hicbir rahatsizlik hissetmedim.

Gole yaklasik 10 dakikalik bir orman yurusu sonunda ulasiliyor. Yuruyus parkuru ormanin icinde once tepeye tirmanis sonra da inis seklinde. Endonezya’daki Kakaban golu gibi merdiven falan yok. Butun malzemeyi kendiniz tasiyorsunuz. O yuzden agir sualti cekim ekipmanlarini goturmek buyuk sorun. Biz video kamera housingini goturemedik mesela.

Denizde karsilasmaktan hoslanmadigim bir iki canlidan biridir denizanasi. Hele de elime ayagima degdi mi sinir olurum. Aslinda ‘sinir olurum’ ifadesi benim normalde verdigim tepkinin cok hafife alinmisi olur. Ciglik cigliga kacarim desem daha dogru. Ben golun kenarinda suya bakip burada ne isim oldugunu, neden dalis elbisemi yanima almadigimi dusunerek hazirlanmayi agirdan alirken grubun geri kalani coktan golun ortasina dogru yuzmeye baslamisti bile. Ben de gonulsuzce girdim suya.

Golun kiyi kesimlerinde hic denizanasi yoktu ki, benim icin harika birseydi bu. Tunc kiyidan gidip mangrove koklerinde mercan, sunger gibi renkli birseyler aradi ama bulamadi. Mercanlardan umidi kesince golun ortasina dogru yoneldik ve tek tuk pembe denizanalarini gormeye basladik. Golun ortasina gelince yogunluk artti. Vucuduma ilk degdiklerinde bir iki kez ciglik atarak irkildim ancak birsey olmadigini gorunce samimlestim bu sevimli denizanalariyla. Hatta buyuklerin arasinda tatli tatli yuzen minicik yavrulara bayildim. Guzel bir tecrubeydi.

Kopekbaligi Cenneti Palau

20 bin nufuslu minicik Palau Cumhuriyeti, 2009’da tum dunyaya ornek olmasi gereken bir secim yapmis ve kopekbaliklarinin avlanmasini kendi karasulari icinde tamamen yasaklamis. Sharkwater belgeselini seyredenler bunun ne buyuk bir karar oldugunu, pek cok hukumeti parmaginin ucunda oynatan kopekbaligi yuzgeci mafyasina karsi atilan ne cesurca bir hareket oldugunu anlayacaktir. Bu hareketin sonuclarinin gozle gorulur bir sekilde alindigini soyleyebilirim.

2009’dan once Palau’da dalis yapmadim, ancak yaklasik 10 sene once kopekbaliklarini rahatca gozlemleyebildigimiz yerlerde artik kopekbaliklarina rastlayamaz hale geldik. Acimasizca katledilen kopekbaliklari, insan olan, tekne sesi duyulan yerlerden onlari bulamayacagimiz sulara kactilar. Tabii ki bu benim iyimser yorumum, oysa pek cok bilimadamina gore sayilari oyle hizli azaliyor ki, kopekbaligi goremiyorsak, gorecek kopekbaligi zaten kalmamis durumda.

Iki gundur Palau’da yaptigimiz 6 dalisin her birinde bol bol kopekbaligi gorduk. Ozellikle akintili resif koselerinde asili duran suruler hayranlik vericiydi. Akinti kancalariyla kendimizi zor tuttugumuz bu sularda, tum asaletleriyle acik suda asili duran, sakin ve zarif hareketlerle yavasca suzulen o guclu hayvanlari saatlerce seyredebilirdim.

Onlarca gri ve beyaz resif kopekbaligi gorduk her dalista. Sipadan’in beyaz resif kopekbaliklari kadar yakin temaslar yasayamadim ama o kadar cok karsilastik ki beni mutlu etmeye yetti de artti. Zaten dogali da bu degil mi, ne isi var kopekbaliginin dalgicin burnunun dibinde?

Bazi dalis noktalarindaki mercanlar harikaydi. Resif baliklari sayisini az buldum acikcasi ama mercanlar ve kopekbaliklari dalislarin tatmin edici olmasi icin yeterliydi dogrusu.

Cok ilginc sualti yapilari olan yerlere daldik. Ilk dalisimizi yaptigimiz Siaes Tuneli, icerinin karanligindan disaridaki muhtesem maviligin gozlerimizi kamastirdigi koskocaman bir kovuktu. Bugun gittigimiz Blue Hole ise tepesinde dort buyuk delik bulunan bir magaraydi. Bu delikler sayesinde magaranin ici oldukca aydinlikti ve tahmin ediyorum ki gunesli bir havada harika isik oyunlari gozlenebilir.

Son dalisimizi German Channel adindaki temizleme istasyonlariyla unlu dalis noktasina yaptik. Iki tane manta gorduk ama baliktan cok dalgic gordugumuz bir dalis oldu. Bu manta dalisi, daha once yaptigim manta dalislarina gore cok zayif kaldi. Belki ozel bir organizasyonla herkes gitmeden once orada olunacak sekilde dalinsa farkli olabilir ama bu haliyle de daha once hic manta gormemis olanlar icin ilginc olacaktir eminim.

Palau’da ilk gun

Sabahin kor karanliginda geldik Palau’ya. Bir, kucucuk havalimanindaki asiri kilolu pasaport memurunun kan canagi gozlerini hatirliyorum, bir de gecenin karanligina gomulmus adanin yaydigi huzurun denize yansimalarini. Sonrasi deliksiz, kisa bir uyku ve sabah her firsatta ucundan kenarindan denizi gormeye calistigimiz telassiz ama cabuk bir kahvalti.

20120219-211236.jpg

Her yeni bir yerdeki ilk gun gibi, bu gunumuz kesifle, Palau’nun insani, kulturu, dilleri, halk hikayeleri gibi konularda ipuclari yakalama cabalariyla gecti. Bugunun sonunda hayalkirikligiyla anladim ki Palau’da hayat sadece otellerin sinirlari icinde geciyor. Otellerin disinda gunduz yada gece, sahilde oturup cayimi yudumlayabilecegim, guzel muzik dinleyip, guzel vakit gecirebilecegimiz bir bolge yok. Varsa da biz defalarca sormamiza ragmen ogrenemedik. Yani soyle Bali’nin Sanur’u yada Jimbaran’i gibi bir yer yok. Yerel el sanatlarini gorebilecegimiz tek yer merkezdeki kucuk muze ve yemek yiyebilecegimiz yerler alisveris merkezi denen kucuk binalarin icindeki yerlerle sinirli.

Bugun onemli bir is hallettik, otelleri gezdik. Gorduk ki butun oteller brosurlerine ayni beyaz kumsal resmini koymuslar ama sadece uc tanesinin gercekten denize kiyisi var. Brosur ve internet sitesinde cennetten bir kose goruntusu veren bazi otellerin, pansiyondan bile daha dusuk standartlarda oldugunu gorduk. Ama bu arada cok hos yonetilen, karakteri olan yerlere de gittik. Diyecegim su ki, Palau oyle gozunuzu kapatip gelinecek bir yer degil. Her otel cennetten cikma degil, aman dikkat.

Burada dalis disinda da yapilacak pek cok sey var gibi gorunuyor. Daglarda trekking, hatta kamp yapmak mumkun. Atv gezileri, selale gezileri gibi ilginc secenekler var. Biz gozumuzu ucak gezisine diktik. Son gun ucakla mantar adalarini ustunde gezip cekim yapmak istiyoruz, umarim gerceklestirebiliriz. Ancak her aktiviteye de gozu kapali atlamamak gerekiyor. Brosurlerden birinde timsah dalisi oldugunu gorduk ve ilgilendik. Ancak biraz sorusturunca bunun tutsak bir timsahla yapilabilecek cekimler oldugunu ogrenince hevesimiz kursagimizda kaldi. Bu tur bir dalis prensiplerimize aykiri oldugundan hemen vazgectik.

20120219-211524.jpg

Yarin dalislara basliyoruz. Bugun islanamadigimiz icin zor gecti. Ama otelleri gezerek onemli bir isi halletmis olduk, hem de butun Palau’yu gezmis olduk. Buranin ekonomisi tamamen dalis uzerine dayaniyor gibi gorunuyor. Butun reklamlar, butun oteller dalicilara yonelik. Dalis merkezi cok buyuktu ve son derece profesyonel yonetildigi izlenimi birakti bende. Ekipmanlari, kurulu sistemi, elemanlari, tekneleri, herseyini begendim. Bakalim sualti nasil ?

Palau’ya Yolculuk

Uzun zamandir gitmek istedigimiz bir yerdi Palau. Gitmek isterdim de, okyanusun ortasinda 20 bin nufuslu bir devlet oldugundan haberim yoktu. Filipinler’in 500 mil dogusunda, Japonya’nin 2000 mil guneyinde, tam anlamiyla Pasific Okyanusunun ortasinda bir adaymis meger. Bolgedeki Amerikan egemenliginden payini 1978’e kadar alip, 1981’de Amerika bu adalari kismen rahat biraktiginda bagimsizligini ilan edip Palau Cumhuriyetini kurmuslar.

Yuzolcumu 459 km2 nufusu da 208’de yapilan sayima gore 21 bin kisiymis. Tarihleri bouunca pek cok bayrak dalgalanmis topraklarinda. Kendi devletlerine sectikleri bayrak ise masmavi bir zemin uzerine sapsari, yuvarlak bir gunes. Henuz yoldayiz, Palau’ya ulasmadik ama bu bayrak bu tatilin guzel gececegi mesajini veriyor bana.

Manila uzerinden gidiyoruz Palau’ya. Bu ada devletciklere Amerikan havayollari ucuyor. Okyanus ortasindaki Amerikan hakimiyetinden pek bir bihaber oldugumdan, bu yolculugu planlamaya basladigimizdan beri saskinlik ustune saskinlik yasiyorum. Mesela Guam adasina ayak basailmek icin Amerikan vizesi gerektigini, Amerikan havayollarinin butun el bagajlarini ve yolcularin ustlerini baslarini didik aradigini hic bilmiyordum.

Manila havalimaninin dunyanin en kotu 10 havalimani arasinda oldugunu duydugumda pek inandirici gelmemisti. Hatta o dunyanin en kotu 10 havalimani listesinde Jakarta’nin olmamasini ilginc bulmustum. Gorunce hak verdim, gercekten kotuymus. Su icmek istedik, ancak bufelerin hicbirinde kredi karti gecmiyordu. Doviz burosu yada atm icin ise gumrukten disari cikip tekrar ulkeye giris yapmak gerekiyordu. Bufelerden birinden dolar bozmasini rica edip icebildik bir sise suyu. Filipinliler gordugumuz kadariyla gayet guleryuzlu, guzel Ingilizce konusabilen, yardimsever insanlar.

Ucaga gecmek icin kapiya geldigimizde ise, simdiye dek gordugumuz en ilginc guvenlik kontroluyle karsilastik. El bagajlarimizi acip, icindeki herseyi cikarip, cantanin butun gozlerini elle aradilar. Cantanin icindeki butun kutulara, torbalara tek tek baktilar. Butun lenslerin kapaklarini acip icine baktilar. Elmalarimiz bile evirip cevirip birsey aradilar. Sonra yan tarafa gectik ve yine elle yapilan bir vucut kontrolunden gectik. Daha sonra yanyana alcak tabulere oturmus memurlari gosterdiler. Bizim sokakta ayakkabi boyayan cocuklar gorunumundeki bu adamlarin onune oturdugumuzda ayaklarimizi onlerindeki basamaklara koyalim mi, koymayalim mi bilemedik. Adamlar bize ayak masaji mi yapacaklar yoksa ayakkabilari mi boyayacaklar diye gulusurken ayakkabilarimizi evire cevire incelediklerini gorduk. En pis is bunlarinkiydi herhalde, zaten onlar da durumlarindan memnun gorunmuyorlardi. Neyse, ayakkbilar da temiz cikinca salona gecebildik.

Uzun yolculugun ardindan sabah 3 gibi Palau’ya vardik. Biz yattigimizda horozlar otmeye baslamisti. Bugun kesif gunu, bakalim Palau nasil bir yermis.

İstanbul

Araya HongKong ve Shanghai anıları girdi, İstanbul anıları geçmişte kalıverdi bile. Sanki gitmek için gün sayan ben değildim, hayat öylesine tamgaz bıraktığım yerden devam ediyor ki hiç gitmemişim gibi. Öte taraftan sevdiklerin kalbimi sıcacık ısıtan yüzleri, sımsıkı sarılışları öyle canlı ki gözlerimi kapattığımda, sanki hiç gelmemişim gibi.  Öyle işte, ne oradayım ne burada, hem oradayım hem burada.

İstanbul’daki ilk saatlerimde Anadolu yakasına geçmek için arabalı vapura binince, şehrin güzelliği beni adamakıllı çarptı. Neyse ki Boğaz’ın azalan yeşil/beton oranı kısa sürede kendime gelmemi sağladı. İki senede bu kadar değişmiş olabilir mi, yoksa ben özlemden kafamda fanteziler mi yaratmıştım bilmiyorum ama benim aklımdaki Boğaz görüntüsünden oldukça farklı buldum.

İstanbul çok güzel, yapacak çok şey var ancak şehir insanın enerjisini ve vaktini öyle arsızca yutuyor ki, istediklerini yapacak ne zaman, ne hal kalıyor. Trafik iki haftada bizi öyle bezdirdi ki, Jakarta’nın trafiğinden bir daha hiç şikayet etmemeye karar verdik. Toplu taşıma araçları bazı yerlere gitmek için çok kullanışlı ancak taksilere iş düştü mü, gereken nefes egzersizlerini yapıp desturla  kapıyı açmak gerektiğini kısa sürede anımsadım.

Tahmin edeceğiniz üzere vaktimin çoğunu yeme içme peşinde koşarak ve fiilen yiyip içerek geçirdim. Artan hamurişi ve simit çeşitleri dikkatimden ve midemden kaçmadı. Pastanelerin, fırınların yaratıcıklarına şapka çıkarıyorum. Bazı yiyecekler damağımı mutlu edip, karnımda yağ olarak birikirken, bazıları ruhumu usul okşayıp, midemi pamuklar üstünde ağırladı. Çiya’nın otlu çorbaları, yerel yemekleri, ev ekmekleri, annelerin usta ellerinden çıkan pilavlar, sarmalar, zeytinyağlılar ruha iyi gelen yemeklerin başındaydı. Beyazfırın’ın yaratıcı kahvaltılıkları, tezgahın ardından muzip muzip göz kırpıp insanı baştan çıkaran tatlıları Jakarta’ya benimle artı üç kilo olarak geldi. Hala bir kısmıyla beraberiz. Ancak beni en çok benden alan annemin kendi elleriyle yaptığı siyah zeytinler ve o zeytinin yağına daldırıverdiğim tazecik ekmeklerdi.

Karşıma çıkan her semt pazarını gezdim. Domateslerin mis kokusunu taa içime çektim, belki benimle gelir de buranın tatsız domateslerini yerken kendimi kandırırım diye. Kollarımız kopana dek erik ve kiraz taşıdık eve, ve karınlarımız ağrıyana dek meyve yedik. Herşeyin bu kadar lezzetli olması her lokmada beni şaşırtıp mutlu etti.

Bağdat Caddesini adımlarken  lüks tüketim maddelerine olan ilgi sanki daha da artmış gibi geldi. Sokak çiçekçilerinden aldıkları papatyadan taçları saçlarına takıp, tepeden tırnağa marka kıyafetleriyle çiçek kızlığa özenen genç kızlara, sabah akşam Papua’lı çocuklarla birer saatlik oyun terapisi ve yemeklerden sonra yağmur ormanında yürüyüş  yazdım. Altındaki pahalı arabasını bağırta bağırta kullanıp etrafa tehlike saçan salaklarla ilgili ise daha hain planlar geldi aklıma.